Elimizin kiri yüzümüzün akı

Abone Ol

Güz geldi. Hüznün mevsimi güz içimize kor bir ateş bıraktı. Kömür işletmesinde meydana gelen patlamayla evlere, ocaklara acı yağdı. O evlerdeki çocuklar bir anda büyüdü. Şu fani dünyadaki en büyük acılardan birini yaşayarak büyüdüler.

Yıllar önceydi; yazları babamın yanında çalışıyordum. Yaşım sanırım on üçtü. Babamın bir arkadaşı geldi iş yerine. Elini uzattı; ellerim yağ, pas içinde olduğu için elini sıkmadım. Kolumdan tutup elimi yakaladı ve ‘’elimizin kiri yüzümüzün akı’’ dedi gülümseyerek.

İlk duyduğum anda çok hoşuma gitmişti bu söz. Çalışmanın önemini, alın terinin, helal lokmanın ne kadar kutsal olduğunu anlatan bir cümleydi. Bartın’da meydana gelen maden kazasıyla ilgili haberleri izlerken yerin 350 metre altında insanların döktükleri alın teri ile ‘’helal” kavramını en çok onların hak ettiği geldi aklıma. Eli yüzü kömür karası madenci fotoğraflarına baktıkça da elimizin kiri yüzümüzün akı cümlesi.

Çaresizliğin görüntüleri aktı ekranlardan odalarımıza. Madenin kapısında kocasını, babasını, oğlunu bekleyen insanların acısı. Her faciada gördüğümüz insanlarla aynıydı giysileri, ayaklarındaki terlikleri, gözyaşları aynıydı.

Bundan önce yaşamları aynıydı. Çaresizlikleri aynı. Hepsi benzer mahallelerden çıkarak gittiler yerin üç yüz beş yüz metre altına. Belki yıllardır orada çalışmalarına rağmen hâlâ ürpererek giriyorlardı o karanlığa. Belki de alışmak kavramı yerin bilmem kaç metre altında anlamını yitiriyordu.

Lütfen şunu sorun kendinize; bir insan az ışıklı ve her tarafı siyaha boyanmış bir odada ne kadar süreyle kalabilir?

Acaba bu insanların seçeneği olsa o madene inerler miydi? Hiç sanmıyorum.

Ortada dolaşan bir denetleme raporu var. Bu rapora göre gaz çıkışı tespit edilmiş ve işletme uyarılmış. Eğer bu rapor doğruysa sorumluluğu olan kişiler kesinlikle cinayetle yargılanmalı. Sorular hiç bitmiyor. Dedektör yok muydu? Uyarı sistemi kurmak çok mu zor? İnsan para karşısında sürekli değer kaybına mı uğruyor? İnsan bir sayıdan mı ibaret artık?

Daha yüzlerce soru eklenebilir. Biz ne söylersek söyleyelim çok değişen hiçbir şey olmayacak. Köşe başlarını ele geçiren vasatlar izin vermeyecek insanca yaşamaya. Sendika ağaları lüks arabalarıyla gezmeye devam edecekler. Tüm bu vasatların timsah göz yaşları düştüğü her yeri kirletecek.

‘’Kader.’’

Yeniden ve yine suçlu olarak tespit edildi. Zaten insanların hiç suçu yok. Uyarı sistemi kurmayanın suçu yok. Gaz dedektörlerini almayanın suçu yok. Beceriksizlerin, iş bilmezlerin, aldırmazların hiç suçu yok. Tek bir suçlu var “kader.” Bu sözcüğü öyle kullanıyorlar ki sanki kırk bir insanın ölmesini normalleştirmek ister gibi anlamlar yüklüyorlar.

Güz geldi. İçimde kesif bir huzursuzluk. Ne çalışmak geliyor içimden, ne okumak, ne de yazmak. Sadece ben böyle değilim galiba. Bu toplumun umut duygusu yok olalı çok oldu. Ne yazık ki insanı ayakta tutanın umut olduğunu yaşayarak öğrendik. İçimizden uçup gidince umutlarımız sanki birer enkaza dönüştük.

O bekleyen kalabalık, ağlayan insanlar, ağlayan çocuklar o görüntüler çıkmayacak aklımdan. On iki veya on üç yaşında bir çocuğun tek dayanağı babasıdır. Babası erken gidenlerin ömürleri boyunca taşıyacakları yalnızlık duygusunu anlatmanın olanağı yok. O çocuklar ürkek kuşlar gibi yaşayacaklar geri kalan ömürlerini. Çaresiz ve yalnız.

Onların ellerinin kiri yüzlerinin akıydı. Onca insanın ölümü de bizim utancımız olsun.