Düşünme!

Abone Ol

Eskiden Anadolu’da ağalık sistemi vardı. Ağalar sadece köyün topraklarına, malına değil; bir bakıma insanların da sahibi gibiydi. İnsanlar ağaya karşı gelmek şöyle dursun, ne derse harfiyen yerine getirmek zorundaydı. Düşünmek, hele aykırı konuşmak mümkün değildi.

Bu durum en çok siyasilerin işine geldiği için düzenin bozulmasını asla istemezlerdi. Çünkü siyasiler, bir köy, hatta bir ilçe ile uğraşmak yerine ağa ile pazarlığa oturur; çoğu zaman ağayı veya ağanın bir adamını aday gösterir, istedikleri oyu alırlardı.

Çağdışı kısır döngü bu şekilde uzun yıllar devam etti.

Ne zaman ki köyler boşaldı; insanlar şehirlere yerleşmeye başladı, insanları mal gibi gören ağalık sistemi de sona erdi.

Bir şekilde şehirlerde de insanları kontrol etmek gerekiyordu. Bu kez insanların cehaletinden, hem de İslâmî bilgisinin eksikliğinden yararlanarak din olgusunu öne çıkardılar. Adına cemaat, tarikat denilen; şeyhlerin, abilerin, ablaların veya güya seyit denilen kişilerin ön plana çıkarıldığı aslında var olan bir sistem daha da güçlendirildi.

İnsanlar tarikat veya cemaat adıyla külliye, dershane, ev veya bir mescitte toplanıyor; abiler, ablalar, şeyhler, seyitler ne derse aynen yerine getiriliyordu. Yine itiraz yok, yine sorgulama ve düşünme yoktu.

Ağalık sisteminin değişik bir versiyonuydu; bu kez hurafelerle çarpıtılan, şeyhleri uçuran; müritlere umut pompalayan din ön plana çıkarıldı. İslâm demiyorum; çünkü içlerinde samimi olan birkaçı varsa da birçoğunun İslâm ile uzaktan yakından alakası yok, öyle bir dertleri de yok.

Ağalık sisteminde mal olarak görülen insanlar, yeni sistemde artık ‘kul’du. İslâm sadece Allah’a kul olmayı emrettiği halde, insanlar ne yazık ki, şeyhlerin, abilerin, ablaların, seyitlerin ağzına bakıyor; ağızlarından çıkan her sözü sorgusuz sualsiz kesin emir kabul ediyordu.

O kadar ki, evliliklere bile onlar karar veriyordu. Görücü usulden bile çok daha çağdışı sadece fotoğrafını görerek şeyhlerin, abilerin, ablaların isteği doğrultusunda evliliğe bile evet diyorlardı.

Devasa ekonomik bir düzen de kuruldu. Her cemaatin, tarikatın yayın organı var, marketi var, inşaat şirketi var, hatta holdingi bile var…

Cemaat veya tarikat çemberine dahil edilemeyenler, bu kez bazı siyasi partilerde bir araya toplanmaya çalışıldı. Kimileri çemberin içine dahil edebilmek için, daha doğru ifade ile elden kaçırmamak için çeşitli şekillerde ödüllendirildi. Kimine mahalle teşkilatlarında, kimine de partinin yan kuruluşlarında görev verildi.

Köyde maraba görülen kişi kendisine başkan diye hitap edilince büyük adam moduna girdi. Hiçbir emre itiraz etmez, asla sorgulamaz oldu.

Düşünmek, itiraz etmek, sorgulamak asla kabul edilmezdi; düşünmek gibi istenmeyen bir yola başvuranlar, çoğu zaman çamur da atılarak saf dışı ediliyordu. Hiçbir şey bulunamazsa bile hain olmakla suçlanıyordu.

Bu şekilde düşünmeyen, itiraz etmeyen, iyiyi kötüyü sorgulamayan geniş bir kitle oluşturuldu.

Sanmayın ki bunlar hiçbir şey bilmiyor, kandırılmış bir kitle…

Gerçekten İslâm için çalıştığına inanan, gerçekten de İslâm için çalışan az da olsa bir kitle var.

Ancak çoğunluğu her şeyin farkında, çıkarlarını, konumlandırdıkları durumlarını çok iyi biliyor. Yapılan yanlışları da net bir şekilde görüyor, anlıyor, hatta kendi dost çevrelerinde yadırgıyorlar.

Konumumuz, düzenimiz, çıkarımız bozulmasın diye asla itiraz etmiyorlar.

Sonucun nereye varacağını düşünmüyor ve sorgulamıyorlar.

Düşünmek, itiraz etmek, sorgulamak kesinlikle yasak. Sadece yasak değil, aynı zamanda bedeli de var!

Bütün bunlar nereden çıktı derseniz; bugün yaşadıklarımızın sebebidir…

Sonucu herkes biliyor…

Herkes her şeyi biliyor ama yine de kimse ağzını açıp konuşmuyor; konuşamıyor…

*****

Cehennemin tapusu!

Çok bilinen bir hikayedir; ibret için tekrar okunmasında fayda var diye düşünüyorum.

Temel, Vatikan’da gezerken upuzun bir kuyruk görür.

“Nedir bu kuyruk?” diye sorduğunda…

Kuyruğun diğer ucunun kiliseye uzandığını, Vatikan kilisesi tarafından cennetin parça parça satıldığını, 1.000 dolar verenin de cennetten bir parça satın alabildiğini öğrenir…

Kuyruğu takip eden Temel, kiliseye ulaşır. Kapıdaki görevlilere; “Ben cehennemi satın almak istiyorum” der!

“Olmaz, burada cehennem satışımız yok, cennetten bir parça almak istiyorsan da sıraya gir” diyerek geri çevirirler.

Temel cehennemi almakta kararlıdır, ısrarını da sürdürür.

Kapıda Temel’i ikna edemeyen görevliler, içeride Papa’ya durumu anlatırlar.

Papa gülerek; “Gidin sorun bakalım cehennemin tümüne ne kadar veriyormuş bu akılsız adam” der…

Kapıya gelip Temel’e sorarlar…

Temel, “10 bin dolar veririm” der.

Papa, Temel’i içeri çağırtır, hazırlattığı evrakı da Temel’e imzalatıp 10 bin dolarını da aldıktan sonra arkasından gülerek uğurlar…

Dışarı çıkan Temel, kapıda günlerdir cennetten bir parça satın almak için bekleyen binlerce kişiye elindeki belgeyi gösterip; “Ey uşaklar; cehennemin tümünü ben satın aldım, artık cennet için uğraşmanıza gerek kalmadı, dağılabilirsiniz” der… Herkes dağılır…

Cennet satışları durunca Papa akıllanır.

10 bin dolara sattığı cehennemi Temel’den geri alabilmek için pazarlığa oturur…

Son durum…

Temel 10 milyon dolarda ısrarcı…
*****

TEBESSÜM

Seferi

Bektaşi’yi oruç yerken yakalayıp Kadının huzuruna çıkarmışlar. Kadı sormuş:

- Oruç yiyormuşsun...

Bektaşi istifini bozmamış:

- Seferiyim efendim.

Mahalleli karşı çıkmış:

- Baba erenleri tanıyoruz, biliyoruz, kırk yıldır bizim burada oturur...

Bektaşi, Kadı’ya dönmüş:

- Onlar bilmez, ben seferiyim.

Kadı:

- Nasıl oluyor bu?

- Ahiret yolcusuyum…

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Bin zulme uğrasan da bir zulüm yapma.

Hz. Ali (RA)