Dost dost diye

Abone Ol

Çocukluk günlerimizde bir uzun hava vardı. Bet sesimle söylemeye çalışırdım:

“Ankara’da yedim taze meyvayı,

Boşa çiğnemişim yalan dünyayı…”

Yıllar geçti gönül telimin tınladığı lise yıllarına ulaştım. Dersleri unutacak kadar hayal deryasında yüzer dururdum. İşittiğim her türküyü platonik sevgilime giydiriverirdim. Hayaline karşı, içimden o türkü söylerdim.

“Yeşil ayna takındın mı beline / Gelin kurban olam tatlı diline..”

Türkünün devamında da yeşil aynayı takardım:

“Çarşıdan aldırdım yeşil aynayı

Boşa çiğnemişim yalan dünyayı…”

Bu türküde bir deyim daha vardı. Anlamını bilmezdim. Gözümün önünü, bir tepsi, üzerinde mercimek, mercimeğin içindeki taş parçacıklarına seçen sevgiliyi getirirdim. Türkü devam ederdi:

“Kendi melül melül gözü yaşlı da yâr sen sefa geldin

Benim ile mercimeği daşlı da yâr sen sefa geldin..”

Yine de “mercimeği taşlı yar” nedir bilmiyordum.

Yıllar yılları kovaladı. Yuttuk, yutkunduk. Unumuzu eledik, eleğimizi duvara astık.

Geredeli Aşık Dertli ile ilgili araştırma yapmam gerekti. Dertli’nin eşini çocuklarını ihmal ettiği ve hatasını anladığı zaman yazdığı şiir, bana deyimin anlamını öğretmişti:

“Aşk atına binmiş olsan yarışmaz,

Gözüm kanı deryalara karışmaz

Çoktan beri küsülüdür barışmaz

Benim ile mercimeği taşlı yar.”

Rahmetli Mehmet Zeki Akdağ ile yakın arkadaştım. Birbirlerinden saklayacak bir şeyimiz yoktu. Birbirimize danışmadan karar vermezdik. Aynı gazetede çalışmış, aynı sanat mahfillerinde bulunmuştuk. Sürekli birlikte göründüğümüz için bize “eküri” derlerdi. Yirmi yıl önceydi. Son şiir kitaplarının birinin ismi üzerinde epey düşündük, tartıştık. Özverilerinin, hizmetlerinin karşılıksız kaldığı düşüncesinde olduğu duygusal günlerdi. Sanırım bunun için kitabının adının “Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı” olmasını benimsedik.

Ah vah ettiğimi sanmayınız. Dudaklarımda tebessüm belirerek bu günlerde ben de sık sık “Boşa çiğnemişim yalan dünyayı” diyorum.

Mesleğimle ilgili kurum ve örgütlere ailemi ihmal edecek kadar bağlanmıştım. Onlarsız bir hayatı hiç düşünmemiştim.

Ait olduğum meslek örgütünde Osmanlı Meclis-i Mebusanında yaşanmış bir olay üzerine söylenmiş sözü yaşadım:

Kalkın ey felah-ı vatan dediler, kalktık.

Herkes oturdu, bizler ayakta kaldık.

20 yılı geçkin süre hastanende yatarken bile aralıksız yazdığım gazeteye bir zarar vermeyeyim diye, ayrı kaldığım süreler oldu. Geriye baktığımda bir sabun köpüğünden ibaret olduğumu gördüm. İşsiz güçsüz kaldığım zamanlar oldu. Vebalıymışım gibi insanların kaçıştığı zamanlara tanıklık ettim.

Teselli kaynağım oldu, Aşık Veli’nin şiiri. Aşık Veysel’den dinlerdim:

“Dost dost diye hayalına yeldiğim

Dostusa ayırmış özünü benden

Çatık kaşlı, benlerini saydığım

Dostusa çevirmiş yüzünü benden

Hani dost uğruna can baş verenler

Hasbeten söylesin gözle görenler

Şimdi bizden yüz çevirmiş yarenler

Evvel sekitmezdi gözünü benden ….”

Sözü benim yalan dünyayı boşa çiğnediğime getireceğim.

Sahte dost sabun gibidir elini yüzünü temizler ayağını kaydırır,” derler.

Sabun köpüğü, bir meşgale çağrıştırmıştı. Zeytinyağından sabun yapmayı denemiştim. Komşum Celal Germirligil de beni yüreklendirdi. Kendimizi o kadar kaptırdık ki, komşularımızın kışlık sabun ihtiyacını karşıladık.

Bir ölçü tutturmuştuk. 195 gr. kostiği, 435 gr. buzlu suda eritiveriyoruz. 1500 gr. saf zeytinyağının içine hafif hafif boşaltıyoruz ve mikserle karıştırmaya başlıyoruz. Beyazlaşıyor, köpürüyor, durulaşıyor muhallebi kıvamına gelince koku maddesini ekliyorduk. Ne kadar çok karıştırırsanız, kıvamı daha iyi oluyordu. Sertleşmesi için 24 saat kalıpta durması gerekliydi. Ama kullanmanız için iki ay kalıpları bekletmeniz, nem ve kostikin uçmasını sağlamanız en iyisiydi. Kendime limonlu yaptım. Oğlum için gül kokulu yaptık. Celal Germirligil Antalya’da torununu Defne’yi ziyarete giderken “defne kokulu” götürdü. Kendisi içinde kekik kokulu yapmıştık.