Destanlarımız

Abone Ol


Destanlar; tarih, düşünce ve sanat bakımından olduğu kadar, aydınlanması bakımından da önemli ürünlerdir; bununla birlikte destanlar, hiç bir zaman tarih yerine geçmezler; çünkü kökenlerinde gerçek olaylar olsa bile, içlerine alabildiğine masal öğeleri de karışmıştır.

Bu durum, destanların değerini azaltmaz. Destanda geçen olaylar, tarihsel gerçeklere tam olarak uymasa bile, destan sahibi toplulukların millî karakterleri, hayat anlayışları, tutum ve davranış özellikleri konusunda bilgi sahibi olmamızı sağlar.

Destanlarımızın büyük bir kısmı yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü edebiyattaki şekliyle de tamamıyla yazıya aktarılamamıştır. Ancak yüzyıllar boyunca yaşayıp yeni olaylarla zenginleşmiş, Türk'ün duygu, düşünce ve anılarıyla değer kazanmışlardır. Bu durumlarıyla mitoloji, efsâne, folklor ve tarih öğelerini içerir. Her ulusun ulusal kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü, anıları ve gelecekten beklentileri yanında; kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. Dünyayı ele geçirme tutkusu, güç, binicilik ve savaşçılık yanında, verdiği sözde durma, güçsüzlere ve yenilmişlere hoşgörüyle yaklaşma ve yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir.

Destanları olmayan bir ulu düşünülemez. Ulusların hayâl gücü, en eski çağlarda yaşadıklarının efsanelerle, destanlarla ifade edilmesini sağlar; tarihinde unutulmaz doğa olayları, büyük savaşlar, güçler, baskınlar, değişik coğrafi çevrelere dağılmalar gibi halkının gönlünde ve kafasında kuşaklar boyu yaşayacak önemli olaylar destanların konularını oluşturur. Yüzyıllar boyunca Türklerin duyuş, düşünüş, inanış ve hayâllerini, güzel sanatlarını, aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışlarını Türk destanlarında görebiliriz.

Her ulusun destanlarında olduğu gibi, Türk destanlarında da ulusal motifler vardır. Özellikle dikkati çeken destanlardan Oğuz Kağan Destanı, Hunlar; Bozkurt ve Ergenekon destanları, Göktürkler; Göç Destanı, Uygurlar dönemlerinin ürünleridir.

Oğuz Kağan Destanı'ndaki Oğuz Han'ın, büyük Hun hükümdarı Mete olduğu kabul edilmiştir. Mete'nin başka kavimler savaşları ve zaferleri destanlaştırılmıştır.

Bozkurt Destanı'nda, düşman baskınına uğrayan Aşına (Asına, Asena) boyundan bir tek çocuğun kurtuluşu ve bu boyun, kurtulan çocuk sâyesinde varlığını sürdürüşü dile getirilir.

Ergenekon Destan'ında, düşman karşısında kırılan Göktürklerden yalnızca iki prensin sağ kalışı; bunların, kadınlarıyla birlikte tutsaklıktan kurtuluşu ve "Ergenekon" adını verdikleri, insan ayağı değmemiş bir yere sığınışları ve buradan çıkışları anlatılmıştır.

Göç Destanı'nda, ülkedeki kutsal sayılan bir kayanın Çinlilere verilmesi üzerine uğranılan felâketler, bunun sonucunda büyük bir göç hareketinin başlaması ve yeni bir yurt edinilmesi hikâye edilmektedir.

Bu dört destandaki ortak ve temel motif "Bozkurt"tur. Hepsinde Bozkurt'un işlevi, "soyun sürmesini sağlamak", "Türklere rehberlik etmek", "Türkleri felâketlerden kurtarmak"tır.

Türk destanlarındaki "ışık", "kutlu dağ", "Bozkurt" gibi motifler, hiç şüphesiz birer simgedir. Bozkurt hayatın, ulusal rehberin, kurtuluşun (özgür ve bağımsız yaşamanın) simgesi olmuştur. Yine kolayca tahmin edilebilir ki, tarih öncesi ve sonrası pek çok ulusal kahraman, Bozkurt simgesiyle temsil edilmiştir. Rehber, kurtarıcı ve ata niteliklerinden dolayı, Atatürk'e kimi yabancı yazarlar, "Bozkurt" benzetmesi yapmışlardır.

Türk destanları da tarih ve coğrafya bakımından çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dâirelerine koşut olarak çeşitlenmiştir. İslâmlık öncesinde Türk destanlarını, ana çizgileriyle şöyle sıralayabiliriz:

Altay-Yakut alanında, "Yaradılış  Destanı"; Sakalar döneminde, "Alp  Er Tunga" ve "Şu" destanı, Hun döneminde, "Oğuz  Kağan  Destanı", Göktürk döneminde, "Bozkurt" ve "Ergenekon" destanı, Uygur dönemindeyse, "Türeyiş" ve "Göç" destanı...