Ameliyathane’den naklen yayın

Sonunda korktuğum başıma geldi. Sonda içerden gelen pıhtılarla tıkandı. Pansumancı Hüseyin’den öğrendik ya… Mesaneyi temizleme ameliyesi (işlemi) yapacağız hatunumla birlikte… Aslında o yapacak. Ben her zamanki gibi yan gelip değil, sırt üstü yatacağım bu kez… Öyle de yaptık. Ama bizim ameliyemiz komedi dizileri gibi.

Önce eldivenleri giydi hatun. İdrar torbasını boşaltmak için ayaklarımın arasına bir tas yerleştirdi. Çok titiz olduğundan “idrar tasının mikrop kapmasını istemedi” diye düşündüm. Ardından serum torbasının ağzını kesmek istedi. Torbada iki çıkış ucu var hangisi kesilecek?

Bir hayli kafa patlattık bulamadık. Sonra “o piti piti” yapıp kesti birisini. Ben gözlerimi kapattım… Ne olur ne olmaz kan görmeye dayanamam çünkü. Şırınga (enjektör) büyük 200 cc’lik.

Hatunun elleri küçük, deneyimi de yok. Hem serum torbasını tutacak hem şırınganın ucunu torbaya sokacak, pompayı geri doğru hareket ettirip Serumu çekecek. Benim hatun ahtapot değil ki… Yardım elini uzatmadan olmayacak bu iş… Ben de eldiven yok… Üç gündür de yıkamadım… “İşlem bittikten sonra yıkarım ellerimi” diye şımarık çocuklar gibi sırıtıp tuttum şırıngayı. Şırıngayı serumla doldurdu hatun. Şimdi, nereye, nasıl boşaltacağını arayıp durmakta? Bir şaşkınlık var ikimizde de… İdrar torbasını sondanın ucundan çıkarmamışız ki…

Şırıngayı elime tutuşturdu. İçinde kalan sıvı dökülmesin diye serum torbasını dikkatli bir şekilde masanın üstünde duvara dayadı. Ama torba kayıyor, hatun yakalayıp duvara dayıyor. Namussuz torba dikine durmuyor bir türlü. Neden sonra önüne yığınak yapmak aklımıza geldi. Torba canını kurtardı. Bu kez şırınga el değiştirdi. Ben eşofmanın altını çıkarmaya başladım. Bir ayağımı kurtardığımda terin suyun içinde kalmıştım.

_Hadi böyle yapalım, ikincisini çıkaracak gücüm yok…

_Olmaz diye sert bir sesle yanıtladı beni.

Oldum olası bu sert ses karşısında irkilmişimdir. Sus kesildim. İkinci ayağımı kurtarırken söyleniyordu.

_Hiç düşündüğün yok. Böyle yaparsak yatağın baştan aşağı ıslanacak. Nerede yatacaksın sonra…

Gayri ihtiyari ağzımdan “ Ne çektin sen benden be hatun…” sözleri döküldü.

_Eeee mecbur… derken yüzü gülüyordu. Oh çok şükür fırtınayı bu kez de ucuz atlatmıştım…

Birkaç kez tekrarladık zerk işini. İkinci serum torbası da açıldı. Çıraklık, kalfalık ve artık ustalaşmıştı hatun…

BİTİM KANLANMAYA BAŞLADI

Günlerdir yatmaktan, eve kapanıp kalmaktan fenalık gelmeye başladı artık… Aklım fikrim yaramaz çocuklar gibi sokakta… Hem halim yok, hem çıkıp yürümek, gezip dolaşmak istiyorum. Ama… Sabah’ın 07.00’ sinden beri İngiltere’yi kasıp kavuran “Aziz Jude” fırtınası gibi vurmakta sancılar. İçimin ta içinde sanki bir şeyler yırtılıyor… Bir de koca çay fincanını dökmez miyim üzerime… Daha bir yudum bile almamışken. Yatak yorgan ve üstüm başım sırılsıklam… Bir de yandı sağ bacağım. Can havliyle “Fiko” diye haykırdım ki, yer gök inlemecesine… Koştu geldi garibim… Vurgun yemiş “ Balık Kadın” gibi bir bana bakıyor… Bir yerdeki fincana…

Sonda belimi büküyor, öyle acılar veriyor ki, çekip fırlatmak istiyorum içimden. Dayanamadım sonunda Dr. Asıf’ı aradım. Direksiyon başındaymış eve dönüyormuş. Derdimin bir kısmını anlatabildim ancak. Yoksa adam kaza yapacak. Sağ olsun eve gidince SMS attı. İki ilaç ismi ve nasıl kullanacağımı yazmış.

Aldığım ilaçlar oldukça rahatlattı beni. Cesaretlendim, sondanın torbasını ayağıma bağladım. Eşimin tüm dayatmaları fayda etmedi bu kez… Fiko ile birlikte öğleden sonra Üsküdar’a yürüdük. Bir hayli zorlanıyorum yürürken sondanın ucu içime batıyor. Ama otururken daha fazla acı çekiyorum. Bir de tuvalet ihtiyacım gelince… Yaa heyyy… İşte o zaman ağlamaklı oluyorum.

Neyse bir elim pantolonun cebinde sondanın ucunu tutmaktayım. Öbür elimle de ön tarafımı kollamaktayım. Yollar kalabalık… İnsan kardeşlerimden biri çarparsa, tampon bölge oluşturuyorum aklımca…

Üsküdar 9-10 yıldır toz duman… Üsküdarlının çektiği sıkıntı destan olur destan. Üç gün sonra Marmaray’ı açacak ya Başbakan… “Hadi daha evvel bir gidip görelim” dedim eşime… Tören günü o kalabalıkta nereye sıkışırız. Ameliyat olmam bir yana, zaten boy fakiriyiz karı koca… Görsek, görsek Mihrimah Sultan Camiinin minarelerini görürüz ancak. Bir indik ki, meydana… Ne yürüyecek yol var, ne de karşıya geçmek için geçit. Kalabalık bir yandan, toz toprak, pislik bir yandan… İş makinelerinin gürültüsü, araçların korna sesi… Egzoz kokularına karışan sıcak asfalt çalışmaları… Nasıl yetişir burası açılışa bilmiyorum. Belki makyaj yaparlar… Hani Kayserilinin, babasına yaptığı gibi…

GELECEK YAZI: SAVAŞ KAHRAMANI GİBİ