8 Mart akşamı yazıyorum bu yazıyı. Bugün olmadık yerlerde kadınların eline bir çiçek tutuşturuyorlar. Bu ve bunun gibi günlerden en çok çiçekler çekiyor.

Şimdi, ‘ne olacak canım, senede bir gün olsa ne olur olmasa ne olur?’ minvalinde karşı gelmeler olacağını bilerek yazıyorum. Başlangıcı olumlu da olsa sonradan karar verilmiş günlerin kutlamalarının çok kısa bir sürede anlam değiştireceğini düşünüyorum.

Kimse yanlış anlamasın ve isteyen herkes kutlasın 8 Mart Dünya Emekçi kadınlar gününü. Bana tuhaf gelen birçok kişinin asla içinden gelmediği halde klişeleşmiş yöntemlerle bu tür anma günlerini kutlaması. Kısacası dostlar alışverişte görsün mantığıyla bugün bu ülkede herhalde milyonlarca çiçek dağıtıldı kadınlara ve kimsenin hayatında bir değişiklik olmadı.

8 Mart nedeniyle dayak yiyen kadın sayısında azalma olmadı örneğin. Bir yerlerde kadınlar başlarına tekme atılarak dövüldü. Kadınlar öldürülmeye devam edildi. Bizlerin üstüne düşen bu toplumsal cinneti önlemek olmalı. Maalesef bunu yapmacık bir şekilde, samimiyetten uzak bir biçimde senede bir gün kadınlara çiçek dağıtarak yapamazsınız.

Toplumda hastalık düzeyine ulaşmış şiddet eğiliminin nereden, nasıl başladığını ve önlemek için neler yapmamız gerektiğini bir an önce öğrenmeliyiz. Sadece kadınlar bu şiddet sarmalında değil; erkekler de payını alıyor şiddetten. Çiğ köfteyi beğenmediği için gencecik bir çocuğa saldırıp dövebilir birisi. Ertesi gün de açıklama yapıyor; ‘’istediğime söverim, istediğimi döverim’’ diye. Ertesi akşam aynı işyerine başka bir akrabası saldırıyor.

Sağlık çalışanlarına, doktorlara, hemşirelere yapılan saldırılardan farkı yok. Daha doğrusu hiçbir şiddet eylemi diğerinden farklı değil. Hepsinin temelinde şiddet uygulayanların bunu kendileri ‘’hak’’ görmesi. Doktora saldırmayı hak görüyor. Eşini ya da boşandığı eşini, çocuğunu dövmeyi hak görüyor kendine.

İnsanlar birilerine saldırarak geçmişlerinde kendilerine acı veren ne varsa onun intikamını almaya çalışıyorlar. Başka bir yazıda söz etmiştim sanırım, gencecik kızların sevgililerinden yediği dayağı nasıl normalleştirip kabul ettiğini. Çoktan hastalıklı bir topluma dönüştü aralarında yaşadığımız insan kalabalığı.

Bugün 8 Mart; bugün de kadınlar dayak yemeye devam etti. Acı ayın kaçı olduğuna bakmıyor hiç, çocukları, masum insanları buluyor. Kimseye bakmıyor, karşısına çıkan ne varsa yıkıp geçiyor. Ne yazık ki değişen hiçbir şey olmadı ve daha çok uzun süre değişen bir şeylerin olacağını da sanmıyorum.

Ailenin ve toplumun içinde başlayan eğitimin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Aslında okulların amacı çocuklara ‘’vatandaşlık’’ dersi vermesidir. Bizlere bir arada nasıl yaşayacağımız bu yolla öğretilir. İnsanın insanla olan ilişkisini geliştirmenin tek yolu sağlıklı bir eğitim sistemidir.

Cezaları artırarak şiddeti önleyemezsiniz. Sağlıklı ve şiddetten uzak bir toplum yaşantısını yaşayabilmemizin tek yolu, çevremizdeki bütün sistemlerin uyumlu ve insani bir şekilde çalışmasından geçer. Önce evde, çok basit bir duyguyu öğretmekle başlar bu: empatiyi. Çocuk, kendi algısı dışında başka canlıların da var olduğunu, onların da tıpkı kendi gibi duygu ve düşünceleri olduğunun idrak ettikçe gelişir empati becerisi.

Daha sonra okulda devam eder; çocuklara yalnızca tozlanmış müfredatlardaki bilgileri ezberletmekten ibaret olmayan, ve psikolojik gelişimleriyle de ilgilenebilen okullarda, empati becerisi katmanlanır, genişler ve gelecekte dönüşecekleri insanlara dair işaretleri de verir. Yalnızca empati değildir bu esnada kazanılan; aynı zamanda öfke, heyecan, üzüntü, utanç gibi duyguları da toplum içinde kontrol edebilme ve kendi içinde çözümleyebilme, ‘’regüle edebilme,’’ yani zarar görmeden aşabilme yetisini de çocuk burada kazanır.

Bu fazla ‘’ütopik’’ senaryoların gerçekleşmesinin zor olduğu ülkelerde ise, yani kişinin kendi duygularını yönetecek kapasitesi ve başkalarının duygularını anlayacak becerisi olmayan yerlerde, vatandaş ancak kendini hukuk sisteminin sembolik rahatlığına bırakarak geceleri rahat uyuyabilir.

Şiddet yalnızca kadınlara uygulanmaz elbette ama, yukarıda saydığım üç sistemin (aile, okul ve hukuk) çarpıklığının acısını en çok toplumun baskın kesimlerine dahil olmayan kişiler, kadınlar, engelliler, farklı yaşantıları ve inanışları olan insanlar çeker. Bir de tabi ellerine tutuşturulan çiçekler…