Bir grup tarafından depremdeki arama kurtarma çalışmalarıyla ilgili hayali bir başarı hikayesi yazılmaya çalışıyorken…
Canlı yayına bağlanan Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, müdahale ve yardımda gecikme olduğunu kabul ettikten sonra “Bütün cenazelerimizin cenaze namazları kılınmıştır; kendi inanç değerlerimize uygun şekilde defnedilmiştir” dedi.
Belediye Başkanına göre cenazelerin defnedilmesi büyük başarı!
Sunucu bile Belediye Başkanının bu sözlerine “Cenaze defnetmeyi başarı olarak gördüğümüz bir yerdeysek vay halimize” diyerek tepki gösterdi.
“İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna Belediye Başkanının “Hatası olan herkesin hatasının bedelini ödemesi gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir keşkemin olmadığını bütün Malatya bilir” cevabını vermesine tabii ki şaşırmadık.
Cenazeleri gömmeyi büyük başarı gören zihniyetten daha fazlasını beklemek zaten olmazdı!
Belediye Başkanı cenaze işleriyle ilgilendiği için Malatya’da yerle bir olan binalardan tabii ki sorumlu tutulamazdı!
Utanmayı bile unuttuk!
Sadece bu kadar değil. Depremde çok eleştirilen Kızılay Başkanı Kerem Kınık da kendini savunmak için röportaj verdi.
“Kızılay’a bir çadırın bile yok muydu?” diyenlere cevap olarak Kızılay Başkanı; “Bizim Türkiye’deki depolarımızdan 40 bin, 14 bine yakın da yurtdışı depolarımızdan ve Kızılhaç Kızılay Federasyonundan olmak üzere aşağı yukarı 54 bin civarında çadır sevkiyatı yaptık. Bunları AFAD’a teslim ettik, kurulmalarına yardımcı olduk” dedi.
Kızılay’ın tek görevi doğal afetlerde vatandaşın yardımına koşmak. Çadırları AFAD’a vermişsiniz, siz kurmamışsınız anlaşılabilir belki.
40 bin çadır nedir Allah aşkına? Yaklaşık 15 milyon insan depremden etkilendi. Yüz binden fazla binanın yerle bir olduğu söyleniyor. Sizin verdiğiniz sadece 40 bin çadır.
Bütün mesaisini ve varlığını doğal afetler için harcayan Kızılay’ın elinde en azından 300-400 bin çadır yoksa, sadece 40 bin çadır varsa…
En azından insan bunu söylemekten utanır…
Bizim temel sorunumuz başarısızlığı kabullenmek şöyle dursun, başarısızlığı büyük başarı diye gösteren bir zihniyetin egemen olmasıdır.
Başarısızlığı, enkazdaki çöküşü bile büyük başarı diye gösteriyorlar…
Cenazelerin gömülmesi bile başarı olarak anlatılıyorsa başka ne denebilir!
*****
“Hatay şahsi meselemdir”
Atatürk’ün özel doktoru Neşet Bey anlatıyor.
Yıl 1937, Atatürk Hatay’a odaklanmış, imzasız yazılar yazıyor ve tek başına plan program yapıyor.
Bir gün, İstanbul’a telefon ederek beni acele Ankara’ya çağırdılar ve Atatürk’ün Adana’ya gitme kararını önleyemediklerini, sıhhi bir sebeple kendisini ikna ederek bu seyahatten vazgeçirmemi rica ettiler...
Ankara’ya geldiğimde harekete bir saat kalmıştı. Atatürk beni görünce, “Ooo hoca, iyi oldu geldiğin, Adana’ya beraber gideriz” demiş ve hiçbir karşılık vermeme imkân bırakmadan arabalara binmiştik.
Atatürk, Adana’da bizi bir eve götürmüş ve orada başyaverin “Girme paşam!” diye Ata’nın önüne yatmasına rağmen arabalardan inerek içeri girmiştik.
Kapısı kubbeli, eğilerek girilen ve bir izbe manzarası gösteren meyhaneye benzeyen bir yerde dumandan adeta göz gözü görmüyor, içki, sigara ve muhtemelen esrar kokusundan zor nefes alınıyordu. İçeride palabıyıklı, kabadayı, külhanbeyi tavırlı ve muhtemelen pek çoğu silahlı yüz-yüz elli kadar insan vardı.
Kendisini sevgi ve saygı dolu, güvenmiş insanların bakışlarıyla takip eden kalabalığa dönerek “Posta başları gelsin!” diye bir emir verdi. Bizlerin hayret dolu bakışları arasında, sekiz on kişi gelip Ata’nın karşısında durdular. Hepsi de babayiğit, kararlı kişi görüntüsündeydiler. Atatürk en başta durana:
- Sen hangi posta başısın?
- Ben tel kesme postasının başıyım.
- Vazifen nedir? Emir verince ne yapacaksın?
- Vazifem, gördüğüm her teli kesmektir. Telefon teli, elektrik teli, sınır teli, ne görürsem, nerede görürsem, keseceğim.
- Kaç adamın var?
- Yüz elli.
Posta başlarına tek tek sorar, cevapları alır: Kırma, yıkma, bozma. Yol tahrip, tıkama, kapama. Tedhiş ve zararsız hale getirme.
Sonuçta gördük ki tamamen bölge halkından oluşan, bin-bin beş yüz kişilik bir grubu, sekiz on posta halinde, hiç kimsenin haberi olmadan, o zamanki tabiriyle “beşinci kol” faaliyeti için hazırlanmış…
Sonunda Atatürk posta başlarına, “Paraya ihtiyacınız var mı?” diye bir soru sordu.
İçlerinden daha olgun ve yaşlı birisi, “İşte şimdi ayıp ettin paşam. Hem vatan hizmetine çağırdın hem de şimdi bunun fiyatını soruyorsun” diye cevap verdi.
Atatürk gönüllerini aldı ve “Şimdi hepiniz evlerinize dönecek ve daha evvel kararlaştırılan şekilde, benden emir bekleyeceksiniz” emrini verdi. Şaşkın ve hayret dolu olarak kendisini süzenlere “Hatay benim şahsi meselemdir demiştim” cevabını vermiş ve arabaya binmişti.
(Kaynak: Kemal Yamak; Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler)
*****
TEBESSÜM
Tarih
Babası okuldan gelen Temel’e çok kızar:
- Oğlum, tarih öğretmenin bugün derste zayıf aldığını söyledi. Derslerine çalışmıyor musun?
Temel hiç sıkılmadan cevap verdi:
- Ne yapayım babacığım, öğretmenim ben dünyaya gelmeden yıllar önce olmuş olayları sordu. Ben o zaman dünyada yoktum ki!
*****
GÜNÜN SÖZÜ
Problemi ortaya çıkaran zihniyetle o problemi çözemezsiniz.
Albert Einstein