Haberi görünce aynı anda hem içim burkuldu hem de öfkelendim.

Malum, son dönemlerde vatandaşın gündemi, sürekli artan sebze-meyve fiyatları. Marketlerdeki etiketlerin gün aşırı artış yönünde değiştirilmesi ve buna karşılık vatandaşın "sabit geliri" ile mücadele etmesi...

Özellikle pandemi şartlarının iyice aile ekonomisini vurduğu dönemde, fiyatlardaki en küçük artış bile tepki yumağına dönüşüyor. Lokmaları küçültmekten başka hiç bir şansı yok vatandaşın.

Sözkonusu haber, pazar tezgahlarıyla ilgili.

Yıllar yıllar önce kurulan semt pazarlarında esnaflık yapanlar arasında kura çekilmiş ve buna göre pazar tahtası dağıtılmış. Yaptığı işin çapına göre kimisi 10 pazar tahtasına sahip olmuş, kimisi de 5.

Pazarcılık yapan esnaf, belli bir süre sonra ya yaşlandığı için bu işi bırakmış, ya da sektör değiştirdiği için. Ama pazardaki "tahta sahipliği" sürüyor. Onun yerine tezgah açmak isteyen bir başka pazarcının yapacağı tek şey var: Tezgahı sahibinden kiralamak...

Tahta başına minimum 50 lira günlük kiradan söz ediyoruz. Pazarına göre bir tahtanın günlük kirası 100 lirayı da buluyor, 300 lirayı da. Fındıkzade Cuma pazarı gibi pazarlarda tezgahlar önceden kiralanmış ve ciddi paralar dönüyor.

CEBİMDEN 1 LİRA GİDİYOR

Babadan kalma pazar tahtası olan, ya da "yatırım" amaçlı pazar tezgahı satın alan bir kişi, aylık minimum 15-20 bin lira gelir elde ediyor.
Kayıt dışı, vergisiz... Yani kılçıksız kazanç.

Benim pazara çıktığım zaman domates aldığım esnaf, malını sattığı tahtaya 100 lira kira vermişse eğer...

Ve o tahtada ancak günde 100 kilo domates satabiliyorsa, ben kilo başına 1 lirayı bu "rantiye"cilere veriyorum doğal olarak. 1 kilo domateste 1 liram tanımadığım, bilmediğim ve hiç bir hizmet almadığım şahıslar tarafından "lüp"leniyor.

Kanunen yasak...

Ama "müksesep hak" sayıldığı için açılan davalar da yıllarca sürüyor ve pek sonuç vermiyor.

Tezgah sahipleri arasında müteahhit, doktor vb. meslek grubundan insanlar da var. Pazardan alışveriş dahi yapmayan insanlar, oturduğu yerden pazara gelen her vatandaşın cebinden "tıkır tıkır" rantını alıp, cebine indiriyor.

MESLEĞİN GETİRDİĞİ HAK

Ticari taksicilikte de aynı mantık geçerli. Taksiciliği meslek olarak yapanlara veriliyordu zamanında "damalı taksi plakası". Ve bir kişinin ancak 1 tane taksisi olabiliyordu.

Ne olduysa sonradan, plakalar el değiştirmeye, belli yatırımcıların elinde toplanmaya başladı. "Kiralık plaka" sektörü kuruldu. Burada da fatura, akşama kadar trafikte ekmek parası için boğuşan taksici esnafına çıkıyor.

Pazar tezgâhlarında ise, pazarcıyı aracı kılarak direk cebimize el atıyor "pazarcı olmayan" pazar tahtası sahipleri.

Bu işi düzene sokacak olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi midir, ilçe belediyeleri midir, Ticaret Bakanlığı mıdır bilemem. Ama bu konuya acil olarak el atılması şart.

"Daha hesaplı" diye gittiğim pazarda, her tezgaha yaklaştığımda "1 lira da bir rantiyeye kaptıracağım burada" psikolojisi yaşamak istemiyorum. Daha doğrusu, o 1 lirayı kazanmanın zorluğunu bildiğim için bile bile onların kesesine atmak istemiyorum. Ağırıma gidiyor kardeşim ağırıma.

Düşünsenize, pazara çıkıyorsunuz, evinizin mutfak ihtiyaçlarını gideriyorsunuz. Soğuk, sıcak dinlemeden, kar kış demeden akşama kadar tezgahında bekleyen pazarcıya ödediğiniz her kuruş anasının ak sütü kadar helal. Ama ya, onu aracı yaparak kilo başına cebimden 1 lira götürenlerin aldığı...

TANZİMLER DEVREYE GİRMELİ

Hayat pahalılığı gündeme oturunca, bu konuda değişik öneriler de gelmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yiğit Bulut'un "vatandaş, yüksek fiyatlı ürünü boykot etsin, tüketimden gelen gücünü kullansın" önerisinde bulunmuş.

Davulun sesi uzaktan hoş geliyor elbette. Pırasaya, ıspanağa, patatese, soğana karşı direniş mümkün mü? Bulabildiğimiz en ucuzunu mecbur alacağız. İBB'nin yayınladığı günlük hal tarifesinin 3 katı üzerine satılsa bile elimizden gelen birşey yok. "Boykot" tok insanın işidir. Ya da ertelenebilir ihtiyaçlar içindir. Cep telefonunu, pantolonunu, gömleğini yenilemeyebilirsin. Ama mutfağına ayçiçeği yağını bardakla da olsa almaya mecbursun. Ve o ayçiçeği yağıyla pişireceğin, kızartacağın malzemeyi de...

Çok iyi hatırlıyorum. 1984 yılında İstanbul'da yine benzer bir manzara vardı. Domates ihracı nedeniyle piyasada domates kıtlığı bile başlamıştı. Dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan, "narh" koymuştu fiyatlara. Yani "tavan fiyat" uygulamasına geçilmişti. Zabıtalar da sıkı bir denetim başlatmıştı.

Darbe döneminde uygulanabilir ama bugün "tavan fiyat" uygulaması piyasa ekonomisi şartlarına da uygun değil.

Hem çiftçinin, hem tüketicinin yüzünün gülmesi için artık radikal adımlar atma zamanıdır. Pazarda cebimden 1 lirayı aşıranları tasfiye etmekle, ardından da meydanı boş bulan "zincir market"leri hizaya getirecek tanzim satışlarla işe başlanabilir. Üretici kazanırsa, bir dahaki yıl daha fazla üretir ve daha ucuza alma şansımız olar. Ama "aracı" ya da "kabzımal" kazanırsa, zarar eden üretici "eksem de zarar, ekmesem de" diyerek üretimden uzaklaşırsa vay halimize...

Bir yerden ve acilen başlamak şart.