1850 yılında, Çıldır İlçesinin eski adı Suhara köyünde doğan Âşık Şenlik, bir misafirlikte kendisine çay ikram edilmemesini hakaret saymış, ev sahibini şöyle taşlamıştı:
Allah misafiri gelmişdih size
İtgin düşüf görmedin hiç göze
Yalan yere yattın döndün kefsize
Hillesiz emrazsız çorsuz itoğl’it
Öz köyünde teklif ettin sen bizi
Sen neyleyerdin sazı âşığı
Def çalıp oynadaydın gelini kızı
Bardaksız şekersiz çaysız itolğl’it
Bu Danzot köyünde öğrendik seni
Dediler ki odur el hanadanı
Bizden esirgedin bir lokma nanı
Peynirsiz ekmeksiz şorsuz itoğl’it
Köylerde çay geleneğinde bir eve gelen insan, çay içmeden kalkmazdı kaşığı bardağın üzerine koymuşsa o bardak dolmaz misafir gideceğini demek istiyordu. Eğer kaşık bardak tabağının yanına koyuluyorsa misafir çay istiyor anlamına gelirdi. Âdettendir, konuk kişi ‘yeter' demeyene kadar çay ikram edilir, 'Bir bardak daha içermesin?' demek ayıp sayılırdı
Doğu illerimizde çay “kıtlama” diye tabir edilen özel bir şeker ile içilmekteydi. Bu yöntemde şeker çayın içine atılmaz şeker makası veya özel kerpetenle kırılan ufak şeker parçaları dilin altında bekletilerek çay içilirdi.
Çay sabah kahvaltısından başlayarak yatana kadar günün her saatinde tüketilebilirdi. O kadar hayatımıza girdi ki, kahvaltı hazır olduğunda “çay hazır” denilmeye başladı.
Çay ocakları ve çay bahçeleri insanların buluştuğu, gündelik sohbetlerin yapıldığı sosyalleşilen özel mekânlardı. Her evde ve işyerinde bir demlik çay içime veya misafir sunmaya hazır olurdu.
Çay içmenin üç şartı anlatılır: “Çay bardakta dîde-efrûz olmalı / Lebrîz ü lebreng ü lebsûz olmalı”
Yani; “Çay bardakta, göz kamaştıracak parlaklıkta olmalı. Bardak ağzına kadar dolu, dudak renginde, yani kırmızı ve dudağı yakacak derecede sıcak olmalı.”
Sözünü ettiğimiz gibi, folklor, folklor edebiyatı, etnografya açısından, çayla ilgili efsaneler, tekerlemeler, bilmeceler, maniler, türküler, ilahiler, fıkralar, gelenek ve görenekler kültür zenginliklerimiz arasında yer alıyor.
Çayın geçtiği kelime ve deyimlere ilişkin bazı örnekler verebilirim:
Çay, Çay Bahçesi, Çay Bardağı, Çay Demlemek, Çay Fincanı, Çay Fidanı, Çay Fidesi, Çay Kaşığı, Çay Takımı, Çay Vermek, Çay Molası, Çaycı, Çaycılık, Çaydanlık, Çay Parası, Çayevi, Çaygiller, Çayhane, Çay Kazanı, Çay İçmek, Kıtlama Çay, Çayı Höpürdetmek, Çay İkram Etmek, Paşa Çayı, Tavşan Kanı Çay…
Çay manilerinden örnekler sunsam ne dersiniz?
“ Çayı koydum bardağa,
Yaklaştırdım dudağa,
Bir yudum içecekken,
Döküverdim kucağa.
Yağmur yağar ıslanır
Çay fidanının dibi
Anan seni sevmeyi
Benim sevdiğim gibi.
Kız idin oldun kadın
Hiç eksilmedi tadın
Çay filizi kırmaya
Olayım mı ırgadın.
Çayımın bak demine
Ben gelemem yemine
Köyümün güzel kızı
Bir anılır Emine.
Rize cüzel memleket
Çay kokayi gül gibi
Rize'ye doymak olmaz
Parlayi yulduz gibi.
Çaya ilişkin tekerlemeler söylene gelmiş:
“Çay çıktı kırka
İçeriz korka korka
çay çıktı yüce dağ başına
Demliği getir karşıma
Üç gündür içmemişem
Doldur bir tane
Aklım gelsin başıma
Yetiştirilmesinden, hazırlanıp tüketilmesine kadar çay kültürü kapsamında zengin çay etnografyası oluşmuş: Çay kesilmesine yarayan makasları, sepetleri, kutuları, demlikleri, semaverleri, çay kazanlarını, bardakları, bardak altlarını fincanları, kaşıkları, şekerlikleri, tepsileri ve daha nicelerini çay kültürü içindeki etnografik materyallerden sayabiliriz. Bunların içinde semaverin özel yeri var:
Bilindiği kadarıyla semaver, ki yüz yıl önce Orta Asya'da kullanılmaya başlanmış. Ahmet Yesevi duasının etkisi ile çayın şifalı olduğuna inanıldığı gibi, semaverin de şifa dağıtıcısı olduğuna inanılmış. Semaver, sevgili, hoşgörülü, tatlı yaren söyleşilerinin buluşmasına aracı olmuş.
Semaver ile ilgili bir deyimimiz var:
Kızgınlığını yenemeyip söylenip duranlar için “Çay semaveri gibi yerinde fokurduyor,” demişler.