NATO'ya girişimizin ardından "müttefik", BOP'la birlikte Ortadoğu'da "ortak" olduğumuz ABD ve onu yöneten "küresel çete" rolleri değiştirince, sapla saman iyice birbirine karıştı. Dün "ak" dediğimize bugün "kara", dün "dost" dediğimize bugün "düşman" deme durumuna geldik. İslâm dünyasının rol model ülkesi Türkiye, "dindar nesil" yetiştirme projesini tüm hızıyla sürdürürken ortaya çıkan tablonun pek arzu edilen gibi olmadığı da yavaş yavaş netleşiyor. Belki de, bu projenin böyle bir sonuç vereceğini kestirebilenler vardı ve özellikle destek verdiler. FETÖ'yü ve ardındaki güçleri kastediyorum elbette...

Tabloyu, Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün şehirdeki bazı vakıflarla düzenlediği "gençlik ve inanç" konulu çalıştay ortaya koydu. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve İHL Meslek Dersi öğretmenlerinden oluşan 50 öğretmenin katıldığı çalıştayda şu ilginç sonuçlara varıldı:

Öğrencilerin anlatılan dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı,

Din dersi öğretmeninin öğrencisine uygun rol model olamadığı,

Çocukların sorularının ya cevapsız kaldığı ya da bastırıldığı,

MEB'in ders materyallerinin çocuklar değil yetişkinlere uygun ve yetersiz olduğu...

Bugünün çarpıcı ve hatta "yumuşatılmış" tespiti, burada dursun.

* * * 

ABD'ye geçtiğimiz haftalarda uzun süreli bir gezi gerçekleştiren Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Washington Post'ta konuştu. Suudi Arabistan'ın egemen ideolojisi olan ve bazı kesimler tarafından küresel terörizmin temel kaynağı olarak gösterilen Vahabiliğin, Suudi finansmanıyla yayılmasıyla ilgili soru üzerine, Salman, küresel çapta cami ve medreselere yatırım yapmalarının kökenlerinin Soğuk Savaş'a uzandığını belirtti.

Veliaht Prens, Sovyetler Birliği'nin Müslüman ülkelerle ilişkileri ilerletmesini engellemek için müttefiklerin Suudi Arabistan'dan kaynaklarını seferber etmesini istediklerini aktardı.

Takip eden Suudi hükümetlerinin bu işle uğraşırken ipin ucunu kaçırdığını dile getirip "Şimdi her şeyi geri toplamamız lazım" diyen Salman, Vahabiliği yayma faaliyetlerinin finansmanının artık hükümet değil, Suudi merkezli vakıflar tarafından sağlandığını sözlerine ekledi.

Özetle Suud'a biçilen yeni rolün uygulayıcısı olan Prens Selman, "Komünizmin yayılmasını önlemek için Vahhabiliği Batı'nın isteği ve desteğiyle yaydık" dedi. Bunda, Suud vakıflarının da önemli rol üstlendiğini net bir şekilde itiraf etti.

* * *

Bu vakıfların en önemlisi Suudi Rabıtaat-ALİslamiye... Yani, Uğur Mumcu'nun araştırmalarıyla Türkiye'nin duyduğu Rabıta örgütü...

Daha öncesi de var Rabıta'nın Türkiye çalışmalarının. Ama Uğur Mumcu, 12 Eylül darbesinden sonra yurtdışındaki din adamlarının 2 yıl boyunca aylık bin 100 dolar tutarındaki maaşlarının Rabıta tarafından ödendiğini ortaya çıkarmıştı. 11 Eylül'de akan kanın, 12 Eylül'de nasıl bıçak gibi kesildiğini bir türlü izah edemeyen darbeci Kenan Evren de bunu kabullenmek zorunda kalmıştı.

Finansal destekçileri arasında ABD'nin petrol şirketi Aramco'nun da bulunduğu Rabıta, yolunun açıldığı ülkelerde bankacılıktan siyasete, sivil toplum kuruluşlarından cemaatlere kadar birçok alana nüfuz etmeyi başarmıştı. Paranın açamadığı kapı yoktu çünkü.

O yıllarda, Afganistan karışmamış, Pakistan bugünkü gibi "din görünümlü terör örgütleriyle" yoğun mücadele içerisinde değildi. Pakistan'da bir şeriat kongresi düzenledi Rabıta. Uğur Mumcu, o kongrede alınan kararları şöyle özetlemişti:

- Kongreye katılan taraflar, İslami öğretiyi (Vahhabiliği) ilkokuldan üniversiteye kadar ders olarak okutmalıdır.

- Arapça öğrenimi bilhassa Arapçanın ana lisan olmadığı ülkelerde mecburi olmalıdır.

- Bütün İslam coğrafyasında azami sayıda İslam öğretileri enstitüleri kurulmalı ve enstitüler İslami çalışmalar yapmalıdır. (İslami denilen aslında Suud Krallığı'nın dini olan Vahhabiliğin öğretilmesinin ta kendisi.)

- İslam ülkelerindeki anayasal müesseseler İslami esaslara uydurulmalı ve Arapça halka indirilmelidir.

- İslami olmayan kanunlar kaldırılmalı ve şeriata uygun kanunlar güçlendirilmelidir.

- Dünyadaki kadınlar İslami yasaklara uymalıdır.

* * * 

Daha var ama son madde, bugünün konusu olduğu için üzerinde durmalı. Çünkü, Türkiye'de bugün "alim" veya "ulema" geçinenlerin kadınlar hakkındaki fetva dedikleri zırvalar halen sıcaklığını koruyor. Kadını, İslâm öncesi cahiliye devrindeki gibi diri diri gömmeye benzer hükümler getiren, tüm günahların kaynağının kadın olduğunu ısrarla vurgulayan ve kadını şeytanlaştıran sözde hocalar her yerde cirit atıyor.

İşte, bugün "Bu İslâm değil" dediğimiz, hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "güncellemeli" dediği tepki çeken hükümler, aslında Vahhabiliğin hükümleri. Suud kraliyet ailesinin bile vazgeçtiği, kadınlara otomobil sürmeden, stadlarda maç izlemeye kadar bir dizi "hak" (!) vererek rafa kaldırdığı hükümler...

Rabıta sayesinde Türkiye'de laik Cumhuriyet rejimine karşı kurulan mekanizmaların, bugüne kadar uzanmış "çıkıntıları" yani.

6 yaşındaki çocukla nikah kıyılabileceğine dair hükümler de yine Vahhabiliğin, yani İngilizler tarafından kurumsallaştırılan ve Suud ailesine emanet edilen sözde İslâm yorumunun ürünü.

Şimdi; Vahhabiliğin kurumsal temsilcisi Rabıta tarafından yıllarca örülen ağlar içerisine hapsedilmiş ve İslâm yerine Vahhabi-Selefi yorumu din olarak dayatanların yeni nesli ne hale getirdiğini, ilk paragrafa dönüp tekrar hatırlayalım. Prens Salman'ın çarpıcı itirafını, Rabıta'yı, onun Türkiye'deki yapılanmasını da...

Karmaşık gelebilir size ama aslında durum çok net.