'Bizden' Dedikçe Türkiye Olamayız

Abone Ol

Bazen insanın en ideal bildiği şey zaafına dönüşebiliyor ve ona karşı en etkili silah olarak kullanılabiliyor. Hırsları, arzuları da zaafları olabiliyor insanların. Bu, devlet yönetiminde de geçerli, siyasette de...

Bugün, devleti yıkıp baştan aşağı yeniden yapılandırmak gerektiğini düşünmemize yol açan olaylar da hepimizin zaaflarından faydalanan ve "din maskesi" kullanan bir örgütten kaynaklanmıyor mu? "Din maskesi" sözünü, saf, inançlı, hiç bir "şeytani" ve "dünyevi" işine dini alet etmemiş insanları incitmemek için kullanıyorum. Yoksa adamlar resmen halkın dini inancını kullanarak taraftar topladı, devletin en tepesindeki insanların bile desteğini bu sayede elde etti.

Merhum Necmettin Erbakan'ın MSP'si iktidara ilk ortak olduğu dönemde Şeker Fabrikaları'na "genel müdür" atamak istediğinde yaşananlar dilden dile dolaşmıştır "muhafazakâr siyaset" dünyasında. "Şeker Fabrikaları'na 5 vakit namaz kılan bir kardeşimizi atayalım" diyen Erbakan'a, genel müdür olabilecek vasıflara sahip devlet memurları arasında böyle birisi bulunamadığı söylenince, önce "cuma namazlarını kaçırmayan", ardından da "Bayram namazlarına bari giden, alnı secdeye değen biri olsun" noktasına kadar çıtayı düşürten bir ortam...

* * *

İşte o dönemi yaşamış ve hayata tüm bakışını buna göre düzenleyen insanlar için "5 vakit namaz kılan" veya "alnı secdeye değen" bir tercih kriteri olmuştur. Bugünkü siyasi iktidar için de böyle oldu elbette.

Fethullah Gülen ve çevresindekiler, liberallerle işbirliği yapan iktidar partisinin kendilerine ihtiyaç duyacağını biliyordu ve "alnı secdeye değen" kardeşler aracılığıyla devletin zaten bozuk olan kantarını iyice bozdular. Liyakatı rafa kaldırıp, "bizden" veya "değil" diyerek tasnif ettiler devletin tüm kadrolarını.

Fethullah Gülen çetesini yıllarca devlete karşı "sinsi sinsi" kullananlar, 15 Temmuz'da Türkiye'ye ağır bir darbe indirdi. Ama bazıları, 15-16 Temmuz'da ateşlenen onca bombaya, sıkılan onca kurşuna, jetlerin kulakları sağır eden uğultusuna rağmen hâlâ uyanmamakta diretiyor.

"Başka cemaatler de var, devlete girişte referans olarak kabul ediliyorlar" denilince, bunu ekseni kaymış laikçilerin dindarları hedef alması olarak yorumluyorlar. Bu yorum da, FETÖ'nün devlette kökleşmesini sağlayan "zaaflara sahip" olan muktedirler tarafından kabul ediliyor maalesef.

Darbe soruşturması ile FETÖ üyeliği soruşturmasının "sulandırıldığı" hatta FETÖ'cü olmayanlara karşı da kıyım harekâtına dönüştürüldüğü fikri gün geçtikçe daha fazla insan tarafından "galiba öyle oluyor" tepkisi alıyor.

Çünkü FETÖ'nün TSK'ya "ince ayar" çekmek için kullandığı o meşhur Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlarda "algı ajanlığı" rolü üstlenen kalemlerin yaptığını şimdi de "etki ajanları" yapıyor.

ABD'nin, Büyük Ortadoğu Projesi'ne start verdiği 1 Mart tezkeresi döneminde "algı ajanları"na ayırdığı 500 milyon dolarlık fondan çöplenenlerin tamamı bugün "etki ajanı" gibi çalışıyor.

Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz bile Twitter hesabından "15 yıldır tanıdığım, o gece tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı" diye tarif ettiği birinin evinin basıldığını belirterek "Böyle yapılıyorsa bu operasyon bize dönmüş demektir" ifadesini kullanıyorsa, hepimizin endişelenmesi gerekiyor. Hâlâ "bize" diye bir tarifte bulunabiliyorsak, zaaflarımızın da devam ettiği ayrı bir acı gerçek.

* * *

"Biz" derken, birileri tarikatını tarif ediyor, birileri mezheplerini, birileri de ideolojilerini... "Biz" sözcüğünü "Hepimiz birlikte Türkiye'yiz" diyemeyenler kullanıyor genellikle. İnsanları, fikirlerine, inançlarına, itikatlarına, hatta tarikatlerine kadar tasnif edip "bizden" veya "değil" kriteri, ülkeyi bugüne getiren zaaflardan arınılmadığını gösteriyor.

Son dönemde sık sık gündeme gelen "diğer cemaatler ne olacak?" sorusuna karşı hemen savunmaya geçen siyasilere ve sosyolog görünümlü "algı" uzmanlarına şaşırmamak elde değil. Ekonomik gücünü nereden aldığı belli olmayan, yasaların etrafından dolanarak varlığını sürdüren ve insanları "tek tip" hale getirmeyi hedefleyen tüm yapılar, devlet için de tehlikelidir, millet için de, din için de... Hele hele kendileriyle iş tutan siyasetçiler için daha büyük tehdittir bu yapılar.

İnsanları, dolayısıyla defleti yönetenleri kıyafetleri, yaşam biçimi ve hatta amelleriyle tasnif etme hakkını kendisinde gören yapılardan söz ediyorum

Benim bu konudaki kriterim, Fatih Sultan Mehmed'in fermanında yer alan şu sözüdür:

"İnsanlara Allah'ın soracağı soruları sormayacaksınız. Kulun kula soracağı soruları sorun. Aç mısın, susuz musun, geçinebiliyor musun, evin var mı, hasta mısın, sağlıklı mısın, evinde hasta var mı?"