Son günlerde kiralardaki anormal artış nedeniyle ortaya çıkan barınma ve geçinme sorunu konuşuluyor. 1987 yılında üniversiteye başlamış ve bir süre sonra devlet yurdundan ayrılıp arkadaşlarımla ortak bir ev tutmuştuk. O dönemde bazı ev sahipleri aylık kira rayici 1000 TL olacak evlere 3000 TL gibi bir rakam ister ve bu durumu 4-5 kişi kalıp kirayı paylaşın diye açıklarlardı.

Çok olmasa da böyle insanlara rastlamış ve iğrenme hissiyle yanlarından ayrılıp başka yerlerde aramıştık kalabileceğimiz evi. Böyle açgözlü ve fırsatçı kişilikler ancak iğrenme ve tiksinme hissiyle anlatılabilir. Çoğunlukla okula yakın evlerin sahiplerinde görüyorduk bu davranışı.

Oysa bizler öğrenciyiz diye bir ayrıcalık falan istemiyorduk. Kısıtlı bütçemizle yaşamımızı ve öğrenimimizi devam ettireceğimiz ev bakıyorduk.

Dört yıllık eğitim hayatım boyunca iki ev sahibim oldu ve çok düzgün ve iyi insanlardı. Hep anlayışlıydılar bize karşı ve ellerinden gelen desteği hep verdiler.  Çok geç kalmış bir teşekkür olacak ama onlara buradan teşekkür etmek istiyorum.

Öğrenci evlerinde değişmez bir kuraldır. Birileri okulu bitirip gidince ev alt sınıflardan arkadaşlara devredilir. Buca Ev-Ka toplu konutlarında kaldığım o ev de arkadaşlarımıza devredildi. Orada kalan arkadaşım şimdi Dokuz Eylül Üniversitesi’nde dekan oldu.

Altmışlı yılların sonunda yetmişli yılların başlarında doğan benim kuşağımdan insanlar acımasız bir değişime tanıklık etti. Dijital bir çağa çok ama çok hızlı bir geçiş yaptık. Darbe gördük. İlkokul bahçemizde silahlı çatışmaya şahit olduk. Ve sonra her şey hızlandı. Birden bire değişti insanlar. Eskiden huzur içinde yaşanan komşuluklar, yardımlaşma bitti. Hayatımızdaki ne varsa allak bullak olup önem sırası değişti.

Kapitalizm mi vahşi yoksa insanlar mı bilmiyorum ama bir vahşet ortamındayız. Erozyona uğramış toplumsal değerlerimizle yaşamaya çalışıyoruz. Sadece ev sahibi, kiracı açısından bakmayın olaya; bu durum güncel bir örnek sadece.

İnsan; insanıyla, kültürüyle övünmek istemez mi? Artık imkansız bu. Deprem oluyor insanlar yağma için otobüslerle deprem bölgelerine geliyor. Patlama oluyor uzaklaşmaya çalışan insanlardan taksiciler korkunç paralar istiyor.

Kötülük sinsice ve sessizce yayılıyor. Ne demişti Yaşar Kemal;

      ‘’ O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”

Onlar gittikten sonra bizler derin bir yalnızlığın içinde bulduk kendimizi. Eksilmiyor içimizdeki hüzün. Sanki bir yanımız hep gurbetteymiş gibi. Sanki içimizden durmadan bir gemi kalkıyor ve bizler arkasından bakakalıyoruz. Ve açıklayamadığımız bir özlem duygusu var içimizde. Söylesek ya da anlatabilsek ne istediğimizi, neyi özlediğimizi çözülecek boğazımıza oturan düğüm.

Bu doymazlığın, bu vahşiliğin karşısında hepimiz yorulduk.

Sahi biz ne ara bu kadar kötü olduk?

Seksen milyon insanın içinde iyiler mi çoğunlukta kötüler mi? Umarım iyiler çoğunluktadır.

Hepimiz büyüdük. Artık biliyoruz iyilerin kazandığı mutlu sonların yalnızca filmlerde olduğunu.