18 ve 19 Haziran’da üniversiteye giriş için sınav yapılacak.

Neredeyse her sınav öncesi değiştirildiği için maalesef yeni isimleri ve sınav sistemini takip etmek imkansız hale geldi…

Üniversite sınavına 3 milyon 243 bin 425 genç girecek. Korkunç bir rakam…

55 ülkenin nüfusundan fazla…

İstanbul, Ankara, İzmir dışındaki vilayetlerin nüfusundan daha çok.

Hatta Anadolu’daki 4-5 ilin nüfusu kadar genç sınavda ter dökecek.

Başka bir deyişle her 25 kişiden biri üniversite sınavına girecek.

Ülkemizin ve eğitim sisteminin geldiği vahim durum maalesef bu…

Neredeyse her ilde üniversite açılması, İstanbul gibi büyük şehirlerde her caddede özel üniversite kurulması eğitimde kaliteyi daha da düşürüyor.

Açılan üniversiteler öğrencisiz kalmasın diye sınavdaki baraj kaldırılmıştı. Sınava giren her öğrenci isterse şu veya bu şekilde bir üniversiteye yerleşebilecek. Doğru dürüst öğretim üyesi bile olmayan üniversitelerde gençlik yıllarını heba edecekler.

Üniversiteden bir şekilde mezun olunca yıllarca iş kovalayacaklar.

Çaresizlik diz boyu…

Halbuki çok basit bir planlama yapılabilirdi…

Herkesin üniversite okuması ve bitirmesi şart değil; önemli olan bir meslek edinmek, bir alanda uzmanlaşmaktır.

Ülkemizde eğitim sistemi, başarılı olan da olmayan da bir şekilde üniversite okusun mantığıyla kurgulandı. Herkes bir şeyler öğrensin değil, herkes bir şekilde üniversite bitirsin kafası var.

Tabii ki eğitim önemlidir, üniversitede eğitim görmek ayrı güzeldir ve değerlidir. Ancak gereğinden fazla öğrenciyi üniversite kapısına yığmak, içi boş üniversitelerde bir şey öğretmeden mezun etmek ülke ekonomisine zarardır. Gençlerin yıllarını, hayallerini, umutlarını boşu boşuna heba etmektir.

Önemli olan gençleri hayata hazırlamaksa, ara eleman ihtiyacı da düşünülerek meslek sahibi olmaları için meslek liselerini özendirmek gerekir. Gençlerimizin birçoğu bu konuda hevesli, yetenekli, mesleğe yatkın… Ama maalesef yanlış yönlendiriliyorlar…

Ülkemizde meslek liseleri, kimsenin istemediği, Anadolu liselerini kazanamayan en başarısız öğrencilerin sığındığı okullar haline geldi.

Meslek liseleri özendirilebilir, başarılı ve mesleğe yatkın gençler için cazip hale dönüştürülebilir.

En azından üniversiteye girişte, aynı alanda tercihte bulunacak öğrenciler için ek puan sistemi getirilebilir. Elektrik elektronik alanında okuyan bir lise öğrencisine, elektrik elektronik mühendisliği için ek puan verilebilir. Bütün meslek liseleri için aynı imkan sağlanabilir.

Çoğunluğu doğru dürüst hiçbir eğitim vermeden sadece diploma dağıtan açık öğretim fakülteleri ile uzaktan öğretim veren bütün bölümler kapatılmalı… Maalesef sadece öğrenci akbili alabilmek için açık öğretim okuyanlar var. Askerliği tecil edebilmek için açık öğretime veya uzaktan eğitime kaydolanlar var.

Bu garabete artık dur denilmeli…

*****

Affetmenin güzelliği

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:

“Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul eder.

Öğretmen, “O zaman bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin” der.

Öğrenciler bunu da kabul edince öğretmen şöyle der: “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üstünde patatesler ve torbalar hazırdır.

Öğretmen, kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? Hep yanınızda olacak.”

Aradan bir hafta geçmiştir. Öğretmen sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.” “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk.”

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: “Kalbimiz patates çuvalı gibidir. İçine ne kadar çok öfke, nefret kızgınlık doldurursanız o kadar ağırlaşır. Daha sonra çürüyüp kokmaya başlar. Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir. İnsanları affedin…”

*****

TEBESSÜM

Cesaret

Öğretmen, öğrencilere sorar:

- Cesaret ne demektir?

Arka sıralardan Temel cevaplar:

- Bir şeyi bilmediği halde, biliyormuş gibi yapıp parmak kaldırmaktır.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

En büyük cezaevi, cahil bir insanın kafasının içidir.

Montaigne