Türkiye'nin ilk kadın fotoğrafçılarından Prof.Dr. Güler Ertan, siyah-beyazlı yıllardan bugüne fotoğraf sanatına 55 yılını verdi. Prof.Dr. Ertan analog çağda karanlık odada yapılan işlerin tamamının artık bilgisayarda yapıldığını belirterek "Analog dönem fotoğraf sanatının zirvesi oldu" diyor.

Kadın Kadına köşemin bu haftaki konuğu, 1959 yılında fotoğraf hayatına adım atan Türkiye'nin ilk kadın fotoğrafçılarından Prof. Dr. Güler Ertan var. Siyah beyaz yıllardan renkli fotoğrafçılığa, analog makinelerden dijital makinelere kadar, fotoğraf sanatına ömrünün 55 yılını veren Ertan ile konuştuk. Türkiye'nin zor dönemlerden geçtiği yıllarda, bir kadın olarak verdiği mücadelenin zor olduğunu ancak kendisini yıldırmaya çalışanlara inat hiçbir zaman pes etmediğini anlatan Ertan, "Benim yazılarımı kadın olduğum için yayınlamazlardı, bir fotoğraf bölümünü kurabilmek için 30 yıl mücadele ettim ve sonunda kazandım" diyor. Kadının mücadelesinin her alanda zor olduğunun altını çizen Ertan, aynı zamanda yaşarken ölümsüzleşen insanlardan. Adına düzenlenen fotoğraf yarışması ile her yıl yüzlerce genç fotoğrafçıya umut aşılayan Ertan, "Fotoğraf sanatına gönül verdim bir kere" diyor. 

12 SAAT KARANLIK ODADA KALIRDIM

- 1950'li yılların Türkiye'sinde bir kadın olarak fotoğraf sanatına nasıl gönül verdiniz? O dönem ve koşullarda zor olmadı mı? Bize hikayenizi anlatır mısınız?

"Fotoğraf ile Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda öğrenciyken tanıştım. Fotoğrafçılığın bölümü ya da okulu yoktu, grafiğin içinde bir ders olarak gösteriliyordu. Hocamız Vehbi Yazgan, bize Süleymaniye Kütüphanesi'ne kadar giderek yolda gördüklerimizi çekmemizi istedi. O dönemler fotoğraf makinesi çok az kişide vardı. Benim ilk makinem de yurtdışından enişteme hediye gelen Kodak Retina 1a isimli bir fotoğraf makinesi idi. O makinede de 45 mm objektif var ama ne telemetresi(mesafe ölçer) ne de pozometresi(ışık ölçer) var. Tüm kararlarını sizin vermeniz gerekiyor.  Analog dönem olduğu için tüm makineler de filmli. Orvo markasını kullanıyoruz onlarda da çünkü Kodak marka filmler çok pahalı. Orvo filmlerde 36 poz vardı ancak karanlık odada takarsak bir kare daha fazla fotoğraf çekebiliyorduk. Ben de o gün epey fotoğraf çektim. Hocamın derste, hiç fire vermeden ve ışığa dikkat ederek çeken tek kişi olduğumu söylemesi beni oldukça memnun etmişti. Haftada 13 saat fotoğraf dersi görür, karanlık odayı ve banyoları biz temizlerdik. Hiposülfüt kokusu ile haşır neşirdik. Okul bittikten sonra, 1964 yılında aynı okulda asistan olarak görev yapmaya başladım. Ülke olarak zor dönemlerden geçiyorduk ve ben fotoğrafa büyük bir tutku ile bağlıydım. Etrafımda hep erkek arkadaşlarım vardı çünkü hiçbir kadın o dönem fotoğraf işi ile ilgilenmiyordu, bu iş onlara bayağı geliyordu. Asistanlık yıllarımda da hocalarım hep Alman olduğu için onların disiplini ile yetiştirildim ve bazen 12 saat karanlık odada kaldığımı bile hatırlarım ama bundan dolayı hiç pişmanlık duymadım."

KADIN OLDUĞUM İÇİN YAZILARIM YAYINLANMAZDI

- Fotoğrafçılıkta kadının yerine dair, neler söylemek istersiniz?

"Mesleğe başladığım yıllarda hiç kadın arkadaşım yoktu çünkü kadınlar bu mesleği tercih etmiyordu, artık kadınlar fotoğrafın her alanında çok daha aktif bir şekilde yer alıyorlar. O dönemlerde benim yazılarım kadın olduğum için yayınlanmazdı. Ben 30 yıl boyunca Fotoğrafçılık bölümünü kurmak için mücadele verdim ve hiç yılmadım. Kadın olmak elbette her alanda her zaman zordu belki de zor olmaya devam edecek ancak kadınlar hiçbir zaman mücadeleyi bırakmamalı." 

- Fotoğraf sizin için ne anlam ifade ediyor?

"Fotoğraf, çok anlam taşıyan bir sanat dalıdır, renktir. Fotoğrafçılık yenilikleri de beraberinde getirir, kişiyi araştırmaya sevk eder, psikolojik bir tedavidir. Makinenizi alıp dışarda dolaştığınız zaman, spor yapmış olursunuz, kendinizi duymayı öğrenirsiniz."

YAŞARKEN ÖLÜMSÜZLEŞMENİN TARİFİ İMKANSIZ

- Uzun yıllardır Güler Ertan Uluslararası Fotoğraf Yarışması düzenleniyor. Adına yaşarken yarışma düzenlenen nadir kişilerden birisiniz. Yaşarken ölümsüzleşmek nasıl bir duygu?

"Bu anın inanın tarifi yok, ben sadece bu anı yaşayabilirim. Adımın yaşarken bu şekilde anılması benim için çok güzel bir duygu ve bunu kelimelere dökemiyorum. Yaşarken bu şekilde onure edilmek bana hayatımda verilen en büyük servet. Ayrıca, Balıkesir Fotoğraf Müzesi'nde de adıma bir yer ayrıldı, yaşarken müzelik olmak da çok özel."

ÖZGÜNLÜK YOK, KOPYA ESERLER ÜRETİLİYOR

- Türkiye'nin yakın dönem fotoğraf tarihine tanıklık eden, analog dönemden dijital döneme geçişe canlı tanık eden isimlerden birisiniz. Bu gelişim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Analog dönemlerde, fotoğraf çekim teknikleri sınırlıydı ve aşırı bilgi ile emek harcanması gerekiyordu. Bunların yanı sıra fotoğraflarda özgünlük vardı. Dijital döneme geçtikten sonra makineler akıllandı ve artık kimse oturup da bilgi edinmeyi düşünmüyor, haliyle özgünlük de yok oluyor. Herkes artık birbirinin kopyası eserler üretiyor, aynı açıdan kareler yakalamaya çalışıyor. Bilgisayarlar, dijital çağın karanlık odası olarak işlev görüyor. Bizim deneysel pek çok uygulamamız vardı, şimdi ise her şey hazır, otomatik."

- Bu şekilde özgünleşememek fotoğrafın kalitesinin de düşmesine neden oldu mu sizce?

"Evet, kesinlikle oldu, görüntü kirliliği ortaya çıktı ve fotoğraf eski sanat vasfını kaybetti. Ton değerleri kaybı oluyor fotoğraflarda. Altyapı birikimi yetersiz, estetik renk ve optik bilgiler çok önemli ve kişi bunları sadece makineye bırakıyor. Teknoloji bu kadar ileri iken elbette kullanacağız ancak bilinçli kullanmak çok önemli. Televizyon, internet, yollardaki reklamlara kadar çağın insanının beynini dolduracak çok şey var ve bu da doğru fotoğrafı görememeye neden oluyor, çok fazla şeye maruz kalıyoruz. Örneğin, yarışmalarda bazen 6 bin kare fotoğraf inceliyoruz ve adaylar onları bir dakikada elediğimiz için bize sitem ediyor, oysa o bir dakika 55 seneye dayanıyor."

- Foto muhabirlerinin en özgün olduğu dönem hangisiydi?

"Analog dönem estetik ve mesaj açısından en özgün dönem olarak değerlendirilir. Şimdilerde de haberciler teknoloji sayesinde çok daha hızlılar, kolaylık açısından bu dönem özgünlük açısından analog dönem diyorum."

- Bugüne dek, fotoğrafa dair yazmış olduğunuz pek çok kitap bulunuyor. Yeni kitap projeleriniz var mı?

"Evet, son kitabım Görsel Sanatlarda Anlam ve Algı idi, şimdilerde de eğitimciler için yazdığım bir kitap çalışmam bulunuyor."

- Ülkemizin kanayan yarası kadına yönelik şiddete dair, neler söylemek istersiniz?

"Bunun çözümü kesinlikle eğitimden geçiyor. Ailelere de buradan seslenmek istiyorum, aile mefhumu giderek ortadan kalkıyor. Bizler çocukken babamız gelmeden yemek bile yiyemezdik çünkü aile her şeyi ortak yapan demektir, biz ailenin ne demek olduğunu unuttuğumuz için toplumumuzda bu tarz olaylar artış göstermeye başladı. Birbirimize selam vermeyi, teşekkür etmeyi bile unuttuk. Eğitim ailede başlar ve insanlık duygularını kişiye ailesi verir. Bunlardan yoksun ailelerde şiddet olayları ne yazık ki oldukça fazla."