“Gazetelerde yok işte şurada yaşayan istiklal savaşı gazimiz perişan ,yoksulluk içinde ömrünü sürdürüyor “ diye yazıyorsunuz. Sakın böyle yazma. Bak çocuk yoksulluk her zaman mutsuzluk, zenginlik ise mutluluk getirmez. Niye sefalet çekelim ki? İnsan daha ne ister bu fani dünyada? Bak işte görüyorsun elmalar dalından, petekler balından geçilmiyor. Üstelik bu nimetler istiklali olan topraktan çıkıyor. Lezzeti de oradan geliyor. İşte aynen böyle yaz. Biz sadece meyveler daha tatlı olsun diye savaştık.”

Bu sözler istiklal savaşımızın son gazilerinden Çorumlu Ömer Küyük’ün sözleri. Ne zaman aklıma gelse ya da bir yerlerde okusam içimde onmaz fırtınalar koparır. Bilirim ki bu sözler ‘’bağımsızlık’’ savaşımızın en güzel, en insani, en doğru gerekçesidir. Bilirim ki Gazi Ömer Küyük bu toprakların yetiştirdiği binlerce bilgeden biridir. Bilirim ki Gazi Ömer Küyük ile aynı milletten olmak, aynı kadim topraklarda yaşamak benim için en büyük gurur kaynağıdır.

Üzerinde yaşadığım toprakların bereketinden söz etmek istiyorum sizlere. Bereket ülkesi başlığını bu yazının başlangıcı yaptığımda ilk aklıma gelen meyveler daha tatlı olsun diye savaşan kahramanlarımız oldu. İnsanlık için büyük bir acı, büyük bir yıkım olan savaş için bundan güzel, bundan insani bir gerekçe olabilir mi?

Bu cümleyi başka bir toplumun o topluma hizmet etmiş bireylerinden biri kurmuş olsaydı bu konu üstüne binlerce film yapılmış olur; bilge kahraman kültü yaratılıp bütün dünyaya pazarlanan bir ürün haline getirilirdi.

Sizlere bereket ülkesinden içinizi ısıtacak, umudunuzu tazeleyecek haberler vermek istiyorum. Gecikmeli de olsa sonbahar geldi, meyveler toplandı, bağlar bozuldu. Salçalar kaynatıldı, patlıcanlar, biberler kurutuldu. Tarhanalar çoktan raflarımızda yerini aldı. Bulgur, nohut, fasulye çuvallarla girdi evlere. Altın rengi ayvalar olmak üzere, birkaç gün sonra toplanmaya başlanacak. Arkasından hurmalara gelecek sıra. En son zeytinler toplanacak. Birçok insan kırma zeytinini çoktan yaptı. Bu senenin zeytinyağı için biraz daha var. Pürenler açtı. Mor ve beyaz çiçeklerden oluşan bal kokulu denizler doldurdu ormanların kenarını, ağaçların arasını. Binlerce arı dolaşıyor pürenlerin çiçeklerinde ve bilin ki bal kokusu arılardan değil çiçeklerden geliyor.

İnsan ilkbahar da nasıl yenileniyorsa patlayan çiçekler, uyanan doğayla meyvelerle de öyle yenileniyor sonbaharda. Üretmenin benliğinize verdiği huzur bütün hücrelerinize yayılıyor. Sanki çocukluğumuzun uzun kış gecelerinde anlatılan masalları her an başlayacakmış gibi. Hüzünlü bir akşamüstü şehrin kanına karışırken sokaklardan bir şarkının akıp geçmesi gibi.

Ne kadar farkındasınız bilmiyorum ama bizler bereket ülkesinde yaşıyoruz. Dağlarımızdan yağ ovalarımızdan bal akıyor. İşte bu yüzden yeniden ve yeniden kurtuluş savaşları veriyoruz yağmacılara karşı. Bitmiyor yağmacılar. Aslında insanlık tarihi ya da savaş tarihi özünde tek bir savaşı anlatıyor; insanlığın yağmacılara karşı verdiği savaştır bu.

Umarım yazının ilk paragrafını yani Gazi Ömer Küyük’ün sözlerini yeniden ve yeniden okur anlamak, özümsemek için çabalarsınız. Umarım içinize işler o bilge öğreti. Umarım o sözler meyve kokularıyla geçer aklınızdan.

En azından kendi adıma tekrarlamakta yarar buluyorum; Gazi Ömer Küyük bu toprakların yetiştirdiği binlerce bilgeden biridir. Bilirim ki Gazi Ömer Küyük ile aynı milletten olmak, aynı kadim topraklarda yaşamak benim için en büyük gurur kaynağıdır.

Dilerim ki bu bilgelik, bu muhteşem yaşam felsefesi bir gün çocuklarımızın kitaplarına girer. Dilerim ki bu topraklarda yaşayanlar bir gün atalarıyla övünmeyi, gurur ve minnet duymayı başarır.