Bir bayram daha bitti.

Arife geceleri heyecandan uyuyamadığımız o günler artık çok eskide kaldı. Büyüdük. Büyümek çokça eksilmekmiş. Yaşımız ilerledikçe bayram ziyaretine gittiğiniz insanların sayısı azalıyor.  Bu noktadan sonra her bayram biraz daha hüzünlü geçiyor. Biraz daha yakıyor içimizi.

Ömrümüzün bir noktasında artık bayram sabahları koşa koşa gittiğiniz annenize, babanıza değil onların mezarına gidiyorsunuz. Mezar başında; bayram sabahlarındaki baba evinizin kapıdan girince sizi mutlu eden kokusunu benliğinizde, içinizde duyuyorsunuz. Bir gün o kokuyu da unutacağınızı biliyor ve bundan korkuyor, yani biraz daha büyüyorsunuz.

Kapıda; beni karşılayan annemin o sevinç içindeki gülümsemesini hayal etmek her seferinde incecik bir çizgi gibi bütün benliğimden geçerek hüzünlü limanlara çıkarıyor beni.

Sahi sizin anne ve babanızın evi nasıl kokardı bayram sabahlarında?

Belki de benim bayram sabahlarım o gülümsemeydi. Annemin elini öpmek, onun bana sarılması ve bir süre bırakmaması, sıcaklığı, mis kokusu artık yalnızca aklımın içinde dolaşan bir anı.

Bu yazıyı yazarken fark ediyorum ki sevdiğimiz insanları hep gülümsemeleriyle hatırlıyoruz. Zihnimizin derinliklerinden aklımıza ışıltılı bir gülümsemeyle geliyorlar. Ve o anda bizlerin de dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme yerleşiyor. Kendi dünyasına dalmış birinin o belli belirsiz, minicik gülümsemesi aklında ona gülümseyen kişiye verdiği karşılık çoğu zaman. Bunu toplum içinde birinin yüzünde görürseniz sizin de kimselerin görmediği bir gülümsemeniz olur.

Yaş alarak, yaşayarak büyümüyor insan; anlayarak büyüyor. Her geçen gün yalnızlaştığını anlayan kişi büyümeye başlıyor. Yaşanan anı ya da o andaki durumu değil yirmili yaşlarda yaşadıklarını da insan belki de kırk yıl sonra çözümleyebiliyor. Bir yer geliyor geçmişi anlamak geleceği de  şekillendiriyor.

Sevdiğimiz birilerini kaybetmek mi neden oldu bu değişime ya da olgunlaşmak mı? Bence her ikisinin de etkisi var bu noktadan sonra dönüştüğümüz insana.

Doğumdan ölüme doğru yalnızlığa giden bir yolculuk ömrümüz. Yalnızlaşıyoruz. Her gün, her an yalnızlaşmaya devam ediyoruz. Her gün içimizdeki hüzün artıyor çünkü her bayram biraz daha eksiliyoruz. Belki de özlemi de eklemeliyim hüznün yanına. Her hüzün özlemi, her özlem hüznü getirmez mi?

Öteki dünyaya götürdüklerinizle bu dünyada bıraktıklarınız aynı. İyilik yapmışsanız, iyi biri olmuşsanız bununla anılıyorsunuz. Kötüyseniz kötülüğünüzle anılmaya devam ediyorsunuz.

Her yıl biraz daha azalacak bayram sabahlarının içimizi ısıtan sevinci. Zaman ilerledikçe bizler birilerini bekler olacağız. Acaba anne babamızın duyduğu heyecanın aynısı mı olacak içimizde? Ben kendi adıma yanıtlayayım bu sorumu; o heyecanın bir parçası yeter bana inanın.

İnsanların hiçbir şey yapmadan oturup boşluğa doğru bakmasına şaşırırdım. İnsan derdim bomboş nasıl durabilir? Artık anlıyorum ki o insanlar içlerinde bazı anıları yaşamaya devam ediyorlar. Acı ve tatlı yaşadıklarını yeniden ve yeniden düşünerek, anımsayarak farklı anlamlar çıkarıyorlar. Yirmi yıl önce yaşadığımız ve canımızı yakan bir ayrılığın kayıp değil aslında kendimiz için bir kazanç olduğunu yirmi yıl sonra anlayabiliyoruz.

Kısacası büyümek için anlamak gerekiyor. Anlamaksa özlemi ve hüznü beraberinde getiriyor.

İçinizde hep bayram sabahlarının sevinci ve iyi insanların duyduğu huzur olsun.