İnsanın sırtını dayadığı, güvenebildiği, sıkıştığı zaman her daim kapısını çalabildiği bir dostunun olması ne kadar büyük nimettir.

Hele de karşılık beklemeden, sevgiyle ve merhametle yapan biri varsa hem nimet hem de büyük kısmettir.

Çoğu zaman değerini tam bilemezsek ve farkına varamazsak da anne ve baba, sırtımızı verdiğimiz, her daim arkamızda duran en büyük destekçimizdir…

Anne sağsa, gönül kapımız açık; baba da sağsa sırtımız sağlam demektir.

Önümüzdeki Pazar, Babalar Günü…

“Anne babamızı yılda bir gün değil, her gün hatırlamalı, her gün arayıp sormalıyız; Babalar Günü batının uydurmasıdır” diyerek kendimizi avutmayalım…

Tabii ki her gün hatırlanmalı, mümkünse her gün ziyaret etmeli, görmek mümkün değilse aramalı en azından…

Babalar Gününde de ayrıca gönüllerini hoş etmeli…

İlla pahalı hediye almak, abartılı gösterişli kutlamak şart değildir.

Bir tatlı söz, karşılıklı içilen bir bardak çay bile yeterlidir…

Değer vermek ve özel günleri kutlamak, lafla ve sosyal medyadaki paylaşımlarla sınırlı kalmamalı.

Gerçek hayatta değer vermeli, en önemlisi de saygı duyup sevmeliyiz.

Ne ana gibi yar olur, ne baba gibi kalkan olur.

Anne ve babası sağ olanlar, kıymetini çok iyi bilsinler…

Her şeyi erteleyebilir, yarına bırakabilirsiniz belki ama anne babanızla ilgili yapmak istediğiniz hiçbir şeyi ertelemeyin, hemen yapın… Çünkü yarın çok geç olabilir…

Bayramdan bayrama ve özel günlerde aramak yetmez, yılda bir hediye almakla da olmaz.

Hediye alırsınız veya almazsınız çok önemli değil.

En önemlisi değer verin, sevdiğinizi, saydığınızı hissettirin…

Doğrudur, sadece bir gün yetmez… Her gün arayın, her fırsatta ziyaretine gidin…

Bugün anne babanıza nasıl davranırsanız, yarın aynı karşılığı evlatlarınızdan göreceğinizi hiç unutmayın.

Kötü bir huyumuz var; elimizdeyken, kaybetmeden çoğu şeyin kıymetini bilmeyiz.

Ama anne ve baba yeri doldurulamayacak bir hazinedir. Yaşarken kıymet bilirsek bir anlam ifade eder…

Yıllar sonra mezar başında dua ederken keşke şunları da yapsaydım diye pişmanlık duymayın.

*****

İki lahmacuna satılan ev

Yaşı 75’e dayanmıştı babanın. İki katlı evinin üst katını oğlu ve gelinine vermiş, kendisi de kapıcı dairesi gibi olan alt kattaki evde hayatını eşiyle sürdürüyordu.

Hayatı boyunca çalışmış, helal rızk peşinde koşturmuş, dişinden tırnağından arttırdığı bir miktar para ile de gecekondu karışımı bu yeri 10 sene önce alabilmişti. Şükür borcu da bitmişti.

Ayda bir aldığı Bağ-Kur emekli maaşı ile namerde muhtaç değildi, kira da vermiyordu zaten. Kıt kanaat geçiniyordu çok şükür. Oğlu da iyi bir meslek sahibi idi, zengin değildi, orta gelirliydi. Gelininin arada bir iğneleyici sızlanmaları vardı. “Cahildir, ileride anlar iyiyi kötüyü” diye bakardı. Bu konuşmaları duymazdan gelirdi hep.

Kıymetli oğlunun ve gelininin haftada bir ziyareti, gönülsüz de olsa bir iki defalık verdikleri bir tas yemeğe memnun olurlardı.

Günlerden pazar, vakit de öğlen vakti idi. Baba fırına gidip iki ekmek almıştı.

Fırıncı; “Emmi, akşam için lahmacun malzemesi verdi senin oğlan, ne zaman hazır olsun? Bana demedi, var mı bir bilgin?” diye sorunca; “Haberim yok oğlum” diye cevaplamıştı.

Eve geldiğinde de 50 yıllık hayat arkadaşına “Ayşe hanım, oğlan fırına lahmacun malzemesi vermiş, akşama nasip olur herhalde, akşama bir şey zahmet etme, iki tane verirler nasıl olsa” diyerek ümitle beklemeye başlar. Akşam namazı için hazırlık yaparken oğlunun, elinde lahmacun dolu tepsi ile binaya girdiğini görür tesadüfen...

Şimdi gelir, şimdi gelir diyerek bekler lahmacunu ümitle. İki sıcak lahmacun hayali iki soğuk lahmacuna dönüşür. Gece yarısına kadar bekle babam bekle! Nafile... Gelmez! Açlık ve üzüntüyle bekler de bekler. Bir türlü gelmez o iki sıcak lahmacun!

Baba, sabah erkenden kalkar. Mahalledeki eski arkadaşının oğlu emlakçıdır. Emlakçı tanıdığın dükkânının yolunu tutar. Üçüne beşine bakmaz ve evi hemen satar. Bir şart koşar; “Ben ölünceye kadar alt kattaki evde oturmam şartıyla” diyerek ekletir tapu kaydına. Oğlanı hemen çıkartabilirsiniz diye de tembihler.

Birkaç gün sonra oğlunun heyecanlı heyecanlı koşarak, büyük bir merakla kapıya geldiğini görür. Oğlu içeri girmeden sorar; “Baba bugün iki kişi geldi ve evi boşaltmamı, senin evi sattığını söyledi. Böyle bir şey yok değil mi? Haydi, satmadım de” diye bağırır.

Baba susar, seslenmez bile… “Baba ne oldu, dilini mi yuttun?” der ve ekler: “Haydi yalan desene!”

“Diyemem oğlum sattım, tapuları da verdim” karşılığını verir baba…

Üzgün de olsa gerçeği söyler. Oğlan şokta, nutku tutulur, olduğu yere çöker ve “Niye baba niye? Kaça sattın bari onu söyle” der.

Baba buğulu gözlerle burnunu çekerek; “İki lahmacuna oğlum, iki lahmacuna sattım”' der ve girer içeriye… (Alıntıdır)

*****

TEBESSÜM

Dünya

Öğretmen Temel’e sorar:

- Dünyanın şekli nasıldır? Daire mi, elips mi?

- O kadarını bilmiyorum öğretmenim ama babam dünyanın karmakarışık olduğunu söylemişti.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

İnsan gençliğinde öğrenir, ihtiyarlığında anlar.

Eschenbach