Sevgili yolcu;

Kız çocuğu koşarak bahçe kapısından içeri girdi. Üzerinde annesinin, özenle diktiği mavi önlüğü ahenkle dans ediyordu, kız çocuğu koştukça… Ve nakış işlemeli bembeyaz yakalığının kocaman çiçeklerinin kokusu geliyordu taa uzaktan. Babası bahçede, çardaktaki sedirde oturmuş kitap okurken, kız çocuğu heyecanla ‘’ Türkçe dersindeydik. Zıt anlamlı kelimeleri öğretiyordu öğretmenimiz ve verdiği örnekler arasında zengin kelimesinin zıttının yoksul olduğunu söyledi. Sınıftan bir arkadaşım çok eve sahip olmak zenginlik, sahip olduğumuz evde oturanlarsa yoksulluğu temsil ediyor, dedi. Gerçek zenginlik az şeye sahip olmak dersin sen. Ama babacığım arkadaşım bizim evimizin ve birçok evin sahibi olduklarını ve canı isterse bizi evden çıkarabileceğini söyledi. Zenginlik böyle bir şeymiş. Sınıf arkadaşlarım o esnada dönüp dönüp bana bakıyordu. O an, yanaklarımdan ateş çıkıyor gibi yanıyordu ve terlediğimi hissedebiliyordum. Sakın üzülme babacığım, yaşadığım duygu utanç değildi. Sadece evimizi çok seviyorum. Duvarları, panjurları birlikte boyadık. Bahçemize rengarenk çiçekler, meyve ağaçları, çam ağaçları diktik. Ağaçlarda bir sürü kuş yuva yapıyor. Bahçede baktığımız kedilerden birinin yavruları oldu iki gün önce. Bizi evimizden çıkardıklarında onlar ne yapar? Aklıma onlar geldiği için çok üzüldüm babacığım. Neyse ki son dersti ve koşa koşa okuldan eve geldim.’’ dedi kız çocuğu. Tedirginliği, endişesi gözlerinden okunuyordu.

Babası sımsıkı sarıldı kızına. Sonra kızının iki yanağını avuçlarının içine aldı ve onun seviyesine eğilerek ‘’ Üzüldün. Endişeni anlıyorum canım kızım. Evet… Bahçemiz, kuşlar, kediler, ağaçlar, çiçekler… Birlikteliğimiz. Sağlığımız. Bu dünyadaki varlığımız. Kalbin bu güzellikleri görebildiği müddetçe, az şeye ihtiyaç duyarsın. Çünkü zaten bu manevi zenginliğin ile yetinebileceksindir.’’ dedi kızının o endişe dolu gözlerinin içine bakarak ve devam etti ‘’ Seninle biraz yürüyüş yapalım, sohbetimize yürüyüşte devam edelim ister misin? dedi. Kız çocuğu sevinçle, mavi önlüğünü çıkarıp gelmişti bir koşu.

Baba kız, tepeye doğru yürüyorken, günbatımı da yaklaşıyordu. Gökyüzü eşsiz bir renk cümbüşü sunuyordu. Mavi, pembe, mor renkleri birbirine karışıyordu sanki. Ve batmak yolunda ilerleyen güneş, son hünerini sergiliyordu tüm ihtişamı ile ışıl ışıl ısıtıyordu baba ve kız çocuğunun kalbini. Kır çiçekleri tüm tepeyi sarmıştı mis kokusuyla ve her biri selam duruyordu baba kıza. Güneşi takip ediyordu günebakan çiçekleri ve uykuya dalmak üzerelerdi. Baba ve kız çocuğu el ele hem yürüyor hem de haykırıyorlardı gökyüzüne, güneşe, çiçeklere … ‘’Merhabaaa güzel gökyüzü, merhabaaaa güzel güneş, merhabaaaaa çiçekler, kuşlar, ağaçlar. İçimizi ferahlatan derenin suyu sana da merhabaaaa… Burası cennetten bir köşe. Biz buralarda yaşama şansına sahibiz. Bize bu şansı verdiğiniz için teşekkür ederiz. Sevgiyle bizi kucakladığınız için teşekkür ederiz.’’ diye ve şen kahkahaları karışıyordu baba ve kızın, derenin su şırıltısına ve hafif esen meltem rüzgarına … Oturup mest edici günbatımını seyre daldılar.

Kız çocuğu dönüp babasına, ‘’ Şu an evimde, bahçemde gibi hissediyorum. Bana bu zenginliği yaşattığın için sana minnettarım babacığım. Bu duyguları tatmamış olmak, benim yoksulluğum olurdu.’’ deyip, babasına sarıldı. Derin bir nefes alarak, anın tadını içlerine çektiler ve kır çiçeklerinin arasına uzanıp, günbatımı sonrası ışıldayan yıldızları seyrederek sohbete devam ettiler.

Eveeet sevgili yolcu,

Kıssadan hisse bir hikâye anlatmak istedim sana. Nasıl bir anlam düşürdüğünü senin payına merak ediyorum. Paylaşmak istersen, seni dinlerim. Babandan, bir büyüğünden veya bir çocuktan aldığın önemli bir ders var ise yorumlarda yazabilirsin. Yoldaşlık edip, beni dinlediğin için teşekkür ediyorum.

Haydi kal sağlıcakla.