İzmir’de deprem oldu. Hep birlikte gördüklerimizden ibret aldık, utandık, tiksindik. Dört yaşındaki Ayda enkazın altından doksan bir saat sonra kurtarıldı. Kendisini kurtaranlardan birinin parmağını sıkı sıkı tuttuğu fotoğraflar yayınlandı. ‘’Umut’’ dendi, ‘’güneş’’, ‘’mucize’’ dendi. Köfte ayran istediğini söylemişti; yattığı hastaneye yüzlerce köfte ayran gönderildi.

İçlerinden geldiği için, içleri yandığı için hastaneye yüzlerce köfte ayran gönderen insanları ayrı tutuyorum gönlümde. İçleri sızladığı için, görüntüleri izlerken gözleri dolduğu ve gerçekten acı çektikleri için yolladılar köfte ve ayranları. Hiç birinin ismini bilmiyoruz. Onların samimiyetine sonuna kadar inanıyorum.

Derdim kapitalizmin en yoğunlaştığı çağda kapitalizme yaraşır şekilde davranma fırsatlarını kaçırmayan insanlar. Çekirge sürüsü gibi karşılarına çıkan her acıyı, her sevinci,  bizleri derinden sarsan her olayı kendileri için anında fırsata çeviren muhteşem kalabalıktan söz etmek istiyorum. Depremle birlikte sürekli gördüğünüz, adını duyduğunuz insanlar onlar; çoktan reklamlarını yaptılar ve köşelerine çekildiler. Seslerine dokunaklı bir hava vermeye çalışarak açıklamalar yaptılar. Vaatlerde bulundular. Halkın yanındayız, derdiyle dertleniyoruz, acısı acımız diyerek bir iki damla timsah gözyaşı döküp konforlu hayatlarına döndüler. Neden timsah gözyaşı deniyor biliyor musunuz? Timsah avını yakaladığında öldürmek için çenesini bütün gücüyle sıkar ve gözlerinden yaş gelir. İşte bizler ekranlarımızın karşısında, gazetelerin sayfalarında yıkıntılara damlayan timsah gözyaşlarını gördük.

‘’Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser’’ sözü geldi aklıma; kimin sözü olduğunu anımsayamadım ama doğrulu bir kez daha kanıtlandı. Ayda’nın kurtarıcısının parmağını sıkı sıkı tutmasının resmi bardaklara, kupalara, tişörtlere basılmış olarak satışa çıktı. Ne zaman hazırlandınız, ne zaman ürettiniz, en önemlisi bizleri daha ne kadar tüketeceksiniz? Peki hiç utanmadınız mı annesi depremde ölen Ayda daha hastaneden çıkmadan o çocuğun acısını ve korkusunu pazarlamaktan?

Reklam arası bitti. Hayata geri döndü insanlar. Ayda’ın babası kızını hastaneden çıkardı. Tek başına. Kucağında kabanına sarmaya çalıştığı, üzerinde yalnızca pijaması olan, ayakları çıplak yavrusuyla hastaneden çıkarken çekilen fotoğrafını gördüm. Yalnız. Tek başına. Sarıldığı kızı ve kendisi. İlk aklıma gelen düşünce annesi olsaydı kızını bu soğuk havada çorapsız çıkarmazdı oldu. Sonra  evlerinin yok olduğu, eşyalarının, giysilerinin yok olduğu gerçeğiyle karşılaştım; eşi ölen, kızı mucize eseri kurtulan babanın yorgun, acılı yüzünde.

Neredesin ey insanlık?

Yıkılmış binaların altından insan kurtarmaya çalışan, kaldırımlar üstünde uyuyan, yorgunluktan bayılan kahramanlar da vardı orada. Üstleri toz, toprak içinde, yüzleri kapkara, elleri parçalanmış. Durmadan, dinlenmeden çalıştılar. Onların içten gözyaşları da döküldü o yıkıntıların üzerine. Belki de o yıkıntıların arasından kendilerine bir ömür yetecek acı çıkardılar. Belki Ayda bebeğin kurtulması yaşadıklarını, gördüklerini daha katlanılır hale getirdi.

Pahalı ve şık giysiler değil iş elbiseleri vardı üzerlerinde. Pahalı ve şık giysili insanlar biraz ötede, yıkıntılar üzerinden canlı yayın yapıyordu; yüzlerine kahramanvari bir eda vererek.

 O insanlar İzban metroyla evlerine dönerken kendilerine yer vermek isteyen insanları  koltuklarını kirletmemek için geri çevirdiler ve o vagondaki güzel insanların hepsi ayağa kalkarak o isimsiz kahramanlarla birlikte ayakta yolculuk yaptılar.

Tırnaklarıyla yıkıntıları kazarak can kurtarmaya çalışan  o insanlara ne kadar teşekkür etsek az. O kahramanlarla ayakta yolculuk yapan bir vagon dolusu duyarlı insana da  isimsiz kahramanlarımıza gösterdikleri saygı için ne kadar teşekkür etsek az.

Hepiniz bizleri insan kalma yolunda bir adım daha ilerlettiniz.