Tasavvufta ilahi aşkın mertebeleri var. Birinci mertebede kalbin özlem duymaya başlayışıdır. İkinci mertebe "seven kimseye, sürekli olarak gözyaşı döktüren sevgi durumudur"
Geçen yüzyılın önemli Meçhul Hanım şairlerinden Rabia Hatun’un bir şiirini örnek gösterebiliriz:
Bir kasedir alev dolu gönlüm yana yana
Men ta senün yanunda dahi hasretsem sana
Yaşlar dökende söndüremez ateşimi sü
Sunsan elünle kaanumu içsem kana kana
Olsandı sen sema olsandı sen heva
Alsamdı men seni dem dem nefes nefes
Olsandı sen zaman olsamdı men mekan
Eflaki dolduran bir aşk olurdu bes!
Payin sedası gelse de sen hiç gelmesen
Men dinlesem kıyamete dek vuslat istemen
Bulsam izinle semtini ol semte irmesem
Aşsam zamanı hasretin encamı gelmeden
Aşkın üçüncü mertebesi "sevgilinin sevgisiyle sermest, sarhoş oluştur.
Aşkın kolları öyle güçlüdür ki; ne aşka tutunanlar ne de aşkta tutuklu kalanlar ondan kurtulamazlar. Karışan kafalarında aşka dair sonu gelmeyen sorular belirir.
Aşk mıdır cân u dil mülkünü yağma eyleyen
Aşk mıdır sînemin içre gelip câ eyleyen
Aşk mıdır boynuma takıp belâ zincîrini
Gezdirip Mecnûnleyin âlemde rüsvâ eyleyen
(Muhibbî – Kanuni Sultan Süleyman )
Dördüncü Mertebe "kötü huylardan arınma ve güzel huylarla donanma suretiyle sevgiliye layık olmak ve ona yaklaşmak" aşamasıdır.
Beşinci Mertebede sevginin şiddeti ciddi boyutlara ulaşmıştır.
"ateş-i ak ile her-dem dil u can oda yanar
ger bir ah eyler isem iki cihan oda yanar (Cem Sultan)
Aşkın altıncı Altıncı Mertebe ’si "sevdalıyı çıldırtan sevgi" Sevgi çılgınlığıdır.
"yare sun yare, bağrından yare sun
derman olur derdin,aşk ile yare sun
yak özünü külünü göğe savur
mavidir sızıların avuç avuç yare sun
aczini azığını bil var sevgili katına
varlığın son sermayen düşünmeden yare sun (Ahmet Mercan)
Aşk nefisleri teslim alıp kalpleri tutsak eden bir hükümdardır. Kimi efendileri köle kimi köleleri de efendi kılar. Hükümranlığı dillere destandır. Kahredici pençeleriyle Aslan’ları titreten sultanlar dahi “Ceylan gözlü bir sevgiliye esîr” olmaktan kendisini kurtaramamıştır:
“Şîrler pençe-i kahrından olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.”
(Yavuz Sultan Selim)
Aşkın bir tür dîvânelik olduğunu söyleyenlerin sayısı az değildir.
“Gel gör beni aşk neyledi” diyen âşıklar içine düştükleri hâl-i pür melâli ancak “Gel de gör” çağrısıyla dillendirebilmişlerdir. Aşkın yakıcılığı karşısında şaşkınlığa düşen âşıklar bir nefeste dünyayı yakacak kadar derin bir “Âh”ın sahibi olduklarını bile iddia edebilmişlerdir.
Aşkın Yedinci Mertebe’si; "yarin güzelliğini seyrederken sevgi şarabıyla kendinden geçmek, sevgi şarabını kana kana içmek"tir.
Sekizinci Mertebe ise "aşk mertebesi"dir ki Sevenin sevgilisinde kendisini yok etmesi. Herşeyin maşuktan ibaret olması halidir.
Aşk da O şık da O Mâşuk da O’dur.
Ve her vücûdun cânı “AŞK” tır…
Hakîkat her vücûdun cânı AŞK tır
Ne cân kim cân içinde cânı AŞK tır
Bu AŞK elinde âciz cümle eşya
Ne sır kim kamu ser-gerdân-ı AŞK tır
Gehî Leylî olur Mecnûn gözünden
Geh olur Leylâ’nın hayrânı AŞK tır
Ene’l- hak çağırır Mansûr dilinden
Cüneyd’de cübbev ü irfân-ı AŞK tır
Vücûdun cübbesin AŞK ile çâk et
Dala gör ona kim ummân-ı AŞK tır (Yunus Emre)
Âşık Yunus varlık elbisesinin aşk ile parçalanıp yok edilmesini salık verirken; aşk deryasına kavuşmanın yolunda buralardan geçtiğini hatırlatır Ve "ne duruyorsun! Artık kır şu kabuğunun! Aşk gibi sonsuzluk deryası seni bekliyor" demek ister.