Aramak

Abone Ol

Hayatımız çoğu zaman bir arayışla geçiyor. Bazen birini arıyoruz, bazen mutluluğu, bazen amaçlarımızı, sorularımızı, cevaplarımızı, çoğu zaman da kendimizi...

Aslında belki de tüm arayışlarımızda saklı olan, aslımızı arayışımız olabilir mi?

Problemlerimizi arıyoruz, cevaplar istiyor; cevaplarını aramaya devam ediyoruz.

Doğru - yanlış ayırt etme çabamıza, yanlıştan kaçınıp doğruyu aramamıza, her durumda yargıya varma fikrine kapılmamıza ne demeli?

Haklı haksız diye etiketlediğimiz, kafamızda şemalara oturttuğumuz durumlara dönüp bir baksak gerçekten haklıyı veya haksızı arayıp bulabilmiş miyiz?

Ruh eşimizi arıyoruz, bize iyi gelecek hobiyi, mekanı, uygun işi vs. Peki ruhumuza dönüp bakmadan ruh eşimizi aramak ne kadar akıllıca?

Ruhumuza dalmadan, derinlere inmeden, daha mutluluğu bilmeden aradığımız mutluluklar peki...

Tüm bu arayışlar nereye gidiyor? Siz bu hikayede hangi öğesiniz? Özne mi? Yüklem mi? Nesne mi?

Yoksa tüm bu arayışlar içinde okyanusta su damlası misali mi...

Gerçeği ararken, gerçeğin peşine düştüğünüzden emin misiniz?

Aradığınız şeyin niteliğini bilmeden; duymadan, görmeden, varlığını hissetmeden gerçekten de aramak mümkün mü?

Aramak arzu etmekle başlar. Sadece bildiğiniz şeyi arayabilirsiniz. Ve aslında aradığınız çoğu şey aranamaz; bulunabilir.

Ne kadar ararsan bulma ihtimalin o kadar azalır. Çünkü aramak, aramanın kendisine engel hale gelir. Bu yüzden sizin için bilinmez olan şeyi aramayın.

Bunun yerine bildiğiniz şeylerde derinlere inin. Sizi bildiklerinizde derinlere indikçe, bilinmeyene giden yollara rastlayacaksınız.

“Çünkü bilinen aslında bilinmeyene açılan kapıdır.”

Derinlere inin.