Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger'ın bir sözü var; ‘’ gıdayı kontrol eden Dünya’yı yönetir.’’

Bağımsızlığın ilk şartı kendi kendine yetebilmektir. İsterseniz birey olarak düşünün isterseniz ülke. Kendine yetemeyen başkasına muhtaç olur; birilerinin yardımı olmadan ayakta kalamıyorsanız onların sözünden veya emrinden çıkamazsınız.

Bireyleri veya ülkeleri ele geçirmenin yolu onları muhtaç kılmaktan geçer. Muhtaç bırakmanın yolu da gelişmeyi önlemektir. Sadece gıda ve tarım alanı için değil üretim yapan her sektör için bu geçerlidir. Petrolünüz ya da enerji kaynağı olarak seçeneğiniz yoksa muhtaçsınız demektir. İlacınızı üretemiyorsanız, köprünüzü, otomobilinizi yapamıyorsanız muhtaçsınız demektir. Muhtaç olduğunuz kadar kölesinizdir.

Bazı ulusların, ülkelerin zenginliği için diğerlerinin geri bırakılması gerekir. Bir ülke ürettiklerini ancak kendinden daha gerideki ülkelere satar ve bu pazarı kaybetmemek için o ülkelerdeki gelişmeyi engellemeye çalışır. Çoğu zaman da bunu izlediğimiz filmlerdeki kötü adamlar gibi yaparlar. Elinizdeki değerli varlığı almak için sizi onu satacak noktaya getirmeye çalışırlar. Ne yazık ki “gelişmiş” dediğimiz ülkelerin çoğunun uyguladığı sistemdir bu.

Kara sabanla, kağnı arabalarıyla bu ülkeyi doyuran çiftçi yok olmak üzere. Yapısal bir iyileştirme yapılamıyor. Hep taşıma suyla değirmen çevirmeye çalışılıyor. Hibe tohum vererek sorunu çözemezsiniz.

Tarımın içinden biri olarak insanlarla yaptığım konuşmalarda en çok duyduğum cümle “biz bir şey istemiyoruz, ürünümüzü değerinde satalım yeter.” Yani insanlar sadece ürettiklerini değerinde satmak istiyor. Bu gerçekleşince aslında çiftçi de kendi yolunda ilerleyecek. Devletin burada devreye girmesi gerekiyor. Üreticiden iki liraya alınan elma sizlerin evine on beş liraya giriyorsa aradaki on üç lirayı aralarında paylaşan aç gözlüler var demektir.

Devlet uzun vadede bazı alanlarda zarar etmeyi göze almalıdır. Örneğin biz bir kilo buğdayı beş liraya üretirken birileri sana üç liraya buğday satayım dediğinde hayır diyebilmeliyiz. Dışarıdan üç liradan buğday alırsan içerideki üretici beş liraya ürettiği buğdayını üç liraya satmak zorunda kalır ve zaman içinde zarar ettiği ürünü üretmez, üretemez. Uzun zamanlı baktığımızda insanlar tarım alanından çekilir ve siz bir zamanlar üç liraya aldığınız buğdayı üretimi bırakırsanız beş liraya da alamazsınız.

En güzel örneklerden biri Japonya halkının davranışıdır. Japonya’da tarım alanı az olduğu için üretim maliyeti yüksektir. Ama Japon halkı ithal edilen ve ucuz olan pirinci değil kendi ülkesinde daha pahalıya üretilen pirinci alarak ülkesine destek vermekte ve toplumsal bilincin en güzel örneklerinden birini sergilemektedir.

Gelelim en önemli soruna; köleleşme ister devlet ister birey bazında olsun kişiliğin kaybıyla başlar. Devletin ve ülkenin bir kişiliği olmak zorundadır. Devlet ya da bireyin kişiliği olaylar karşısında aldığı tavırla ortaya çıkar. Hükümetler popülist yaklaşımlarla hareket ederse yıkım başlar. Ekmek pahalanırsa oy alamam onun için ucuz buğday ithal edeyim diyen zihniyet ne yazık ki ülkenin temelinden taşlar çekmeye başlamıştır.

Ulus devletlerde halk ortak bir bilinç geliştirmek zorundadır. Bu ortak ilkelerle olabilir. Örneğin tam bağımsız Türkiye özlemi temel ilkelerimizden biri olmalıdır. Adalet, eşitlik, güçler ayrılığı gibi ilkeler canımız pahasına korunması gerekenlerdendir. Ülkeyi ve ülke insanını yine bu ülkenin insanları her şeyin üzerinde tutmalıdır.

Dünya açlığı, gıda krizini konuşurken hiçbir şey yapmıyoruz. Huzursuz ve mutsuzuz ne yazık ki.