ABD Ve AB Bunu Göze Alabilir Mi?

Abone Ol


ABD'de Trump'un koltuğa oturacağı önümüzdeki 2 aylık dönem, Türkiye ile ilişkilerinde kırılmalar yaşanabileceği zorlu bir dönem. Kıbrıs'ta işler kızışınca, dönemin ABD Başkanı Johnson'un yazdığı "Kıbrıs'a müdahale etmeyin" anlamına gelen zehir zemberek mektup ortaya çıkınca İsmet İnönü'nün sarf ettiği "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de içinde yerini alır" sözünü tekrarladığımız bir dönemdeyiz.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın net bir şekilde Şanghay İşbirliği Örgütü'ne katılma arzusunu seslendirmesi, ABD ve AB'de büyük yankı yarattı aslında. Siyasi mefta Berlusconi bile Avrupa'yı uyararak "Sakın hata yapmayın" diye yeniden ortaya çıktı.

Avrupa Parlamentosu, Türkiye'ye müzakereleri "geçici olarak" askıya almaya karar verdi. Karar büyük çoğunlukla alındı. Avrupa Konseyi'nin, bu kararı nasıl uygulayacağı, Türkiye'nin AB'ye karşı verilen en büyük tavizlerden biri olan Gümrük Birliği ve Mültecilerin Geri Kabul anlaşması konusunda ne tavır takınacağı henüz belli değil. Her ikisini de askıya alma hakkımız doğdu. Uygulayabilirsek tabi... AB, Türkiye'ye kapılarını tamamen kapatma şansına sahip değil. Bunu yaparsa tek kaybedenin Türkiye olmayacağını AB de biliyor, tüm dünya da...

"Ama bizim ihracatımızın yüzde 60'tan fazlası Avrupa ülkelerine" dediğinizi duyar gibiyim. İyi de, Gümrük Birliği'nin kalkması Avrupa'nın ne kadar işine gelir, bunu da hesaplayın derim size. Mültecilerin önünü Ege'de NATO kestiği için bu konuyu şimdilik kenara bırakıyorum...

* * *

Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) yönelmesi gibi büyük bir riski ABD de göze alamaz. Bugüne kadar gerek PKK, gerek Suriye PKK'sı, gerekse Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölge konularında Türkiye'ye ihanet eden ABD, farklı hamlelerle bizi kendi safında tutmaya çalışacak. Bu hamlelerin hepsinin diplomatik olmasını da beklemeyelim. Çünkü, ne zaman ABD ile ilişkilerimiz gerilse veya Türkiye yönünü Rusya'ya veya tam bağımsız bir çizgiye çekmeye çalışsa Türkiye'de garip olaylar yaşanmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası, politize olmuş gençlerin hızla "silahlı mücadele" aşkına tutulmasını bile bu gariplikler arasında sayabiliriz.

Bülent Ecevit, Türkiye'ye ambargo koyan ABD'ye karşı Rusya'yla fındık satışı konusunda anlaşmaya varmış ve "Rusya'yla ilişkilerimiz gelişerek devam edecek" demişti. Hemen ardından TÜSİAD'ın verdiği o meşhur tam sayfa ilanlar yer almıştı gazetelerde ve Türkiye bir anda "yoklar ülkesi" olup çıkmıştı... TÜSİAD, Ecevit hükümetini 4 ilanla devirmiş, bu da demokrasi (!) tarihimize kara bir leke olarak nakşedilmişti.

ABD'nin şimdi TÜSİAD gibi bir müttefiki aracılığıyla Türkiye'ye operasyon çekme şansı yok. Tek silahı var bize karşı, o da "terör" ve "ekonomik kıskaç."

Doların hızla yükselmesi, Türkiye'nin 2001 yılındaki krize sürüklendiği görüntüsü vermeye başlamasını bir de bu gözle değerlendirin derim.

Hatta, Suriye'de ÖSO'yla birlikte El Bab'a ilerleyen Türk askerlerine yapılan hava saldırısını da... Rus uçağının vurulmasının yıldönümüne gelmesi bile çok ilginç bu saldırının. Rus uçağının vurulması nasıl sonradan "büyük tezgâh" çıktıysa, bunun da "sıradan" bir saldırı olmadığı her halinden belli...

ABD, Türkiye'den bir tek halde, yani "Müttefikimizi bölemeyeceğimiz için, önce NATO'dan koparalım" kararı verirse kaybetmeyi ve ŞİÖ'ye katılmasını göze alabilir.

* * *

Gelelim, Türkiye'nin gerçekten Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyeliğinin mümkün olup olmadığına... Birliği kuran tüm ülkeler buna dünden hazır aslında. Türkiye'ye Şanghay Enerji Kulübü'nün 2017 dönem başkanlığını vermeleri de bunun en net işareti.

Aslında Türkiye'nin Şanghay'a ilk adım atışı değil bu. Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın kurduğu örgüt, Türkiye'nin 2012'de "diyalog ortağı" olarak katılmasına da çok sevinmişti. Çin'deki akademisyenler ve Rus analistler o dönem bunu hem ŞİÖ hem de Türkiye açısından bir devrim niteliğinde olduğunu belirtmişlerdi.

Türkiye'nin yönünü ŞİÖ'ye çevirmesi, en çok da bir dönem Mao'cu, hatta Kürt özgürlükçüsü olarak PKK'cı, şimdi de Kemalist (!) geçinen Avrasyacı bir grubu çok sevindirdi. Bir Türk heyetinin önümüzdeki günlerde Avrasyacı stratejinin babası olarak bilinen Putin'in danışmanı Aleksandr Dugin'in de bulunacağı bir toplantıya katılacak olması, bu heyette Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir akrabasının da yer alacak olması "çok güzel hareketler" olarak karşılandı.

Elbette Türkiye'nin hem ABD'ye hem de AB'ye attığı kazıkların, hatta "ihanetlerin" bedelini ödetecek adımları atma hakkı var. Hatta ve hatta, "tam bağımsız Türkiye" yolunda atılacak her adımı atması asrın olayı olacak. Belki de ŞİÖ'ye yönelmemiz bunun yolunu açacak. Ama yeni bağlılıkların bağımsızlık getirmeyeceğini de hesaba katmamız halinde...

Şanghay'ın diktatörleri elbette Türkiye'nin de aralarına katılmasından büyük memnuniyet duyacak ve bize büyük destekler verecek. Fakat, Türkiye hem demokrat kalıp hem de diktatörlerin söz sahibi olduğu bir birliğe adapte olabilecek mi, sorun burada...

Madalyonun diğer yüzüyle devam edeceğiz...