AB Üç Beş Kuruşla Kurtulmak İstiyor
Türkiye, en uzun süre AB kapısında bekleyen ülke olarak oturduğu pazarlık masasından 3 milyar Euro'luk yardım vaadine, bir 3 milyar daha eklenmesi ihtimalini kopardı. AB ise, tüm mültecilerin Türkiye sınırları içerisinde tutulması gibi ağır bir yükümlülük koydu önümüze. Suriye, Irak, Afganistan ve bazı Afrika ülkelerinden gelen mülteciler, Avrupa topraklarına geçse bile Türkiye'ye iade edilecek. Avrupa, bu mülteciler arasından "nitelikli" olanları seçecek ve belli bir program çerçevesinde kabul edecek ülkesine. Sayısı ile belli değil.
AB'nin mülteci seçerken hangi kriterleri ölçü alacağı konusunda kuşku yok. Hızla yaşlanan Avrupa nüfusunun verdiği "eğitimli ve kalifiye" iş gücü açığını kapatma ihtimali olanları alacak Avrupa. Hayatını, dini ölçülerine göre dizayn edenleri tercih etmeyeceği de kesin. Özellikle Paris bombasının ardından tavan yapan İslamofobi, AB'nin mülteci seçimindeki temel kriterlerinden biri olacak.
* * *
Avrupa, Türkiye'ye mülteciler karşılığında vermeyi taahhüt ettiği parayı da belli programlara bağlıyor. Zaten ülkemizin her şehrine yayılmış Suriyeli mülteciler için Avrupa'ya belli projeler sunacağız ve bu projelerin karşılığında fon tahsisi yapacak AB.
Bir anlamda "Parayı kafana göre harcayamazsın, biz size güvenmiyoruz" diyorlar açıkça.
Türkiye, mülteciler için bugüne kadar 10 milyar dolar harcadığını her fırsatta dile getiriyor. Harcanan paranın içerisinde barınma, beslenme ve eğitim giderlerinin dışında kalemler var mı bilemiyoruz. Suriye'ye gönderdiğimiz binlerce TIR'ın içerisinde taşıdığı yüklerin de bu 10 milyar doların içerisinde olduğuna kuşku yok.
Buna karşılık, AB "Parayı size değil, projeye veririz" diyerek rencide edici bir yaklaşım gösteriyor. Bugünkü müzakereleri ileride "üç beş kuruş" pazarlığı olarak yansıtacaklarını geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz.
Tıpkı, 1 Mart tezkeresi öncesinde ABD ile yapılan pazarlıklar için Washington'da üst düzey bir yetkilinin "Türkler at pazarlığı yapıyor" dediği gibi bir tablo var ortada.
* * *
Suriyeli mülteciler, Ege denizini ve Meriç Nehri'ni aşmaya başladığı zaman Avrupa'nın gündemine oturdu. Türkiye'nin yıllardır yaşadığı sorun, AB için de sorun olmaya başlayınca çare arayışına girdiler.
Peki, neden Birleşmiş Milletler bu işi "dünyanın sorunu" olarak görmüyor? BM Mülteciler Yüksek Komiserliği denilen kurum neden var ve Suriyeli mülteciler sözkonusu olduğunda harekete geçmeyişinin sebebi ne?
İşte, "medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar"ın bir iki yüzlülüğüyle daha karşı karşıya kaldığımızın en bariz delili...
Avrupa'nın paranın dışında bir vaadi daha var sırtımıza yüklediği mülteci kamburuna karşılık. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vizesiz Avrupa seyahati...
1994 yılında Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde büyük ekonomik tavizler vererek imzaladığımız Gümrük Birliği anlaşması karşılığında yürürlüğe girmesi gereken ancak AB'nin bugüne kadar ayak diretip engellediği "serbest dolaşım hakkı" bugün de "nimetmiş" gibi sunuluyor bize.
Bunu da değişik kriterlere bağlayarak oluşturdukları "süzgeçten" geçenler için uygulamayı öngörüyorlar. Suriyeli mültecilerin arasına sızarak Avrupa ülkelerine kaçan Türk vatandaşlarını da masaya koyup, serbest dolaşım kriterlerinin duvarlarını yükseltiyorlar anlayacağınız.
* * *
Türkiye, Balkan savaşından bu yana tarihinin en büyük göç sorunuyla karşı karşıya. Rus orduları ve Rum, Bulgar, Sırp çetelerinden kaçan milyonlarca insanın, göç yollarında yaşadığı trajedi ve toplu kıyımlar bugün bile tarih kitaplarının kıyısında köşesinde birkaç satırla geçiştiriliyor.
4 yıl gibi kısa bir sürede 3 milyonu aşkın Suriyeliyi kabul ettik ülkemize. Neredeyse ülkenin her şehrinde, her ilçesinde artık Suriyeliler var. Bir de buna, son dönemde sayıları hızla artan Afgan, Özbek ve Iraklı mülteciler de eklendi.
AB'nin bize vereceği paranın miktarı ne olursa olsun, kontrolsüz göçün getireceği sosyal sorunlarla boğuşmamız mümkün değil. Çünkü, Türkiye'nin, göçlerin yol açacağı olumsuzlukları önleyecek proje pratiği yok. Devlete ve yasalara bağlılık üzerine yaşamını kuran Balkan göçmenlerinden farklı bir insan profiliyle karşı karşıyayız şimdi. Nüfusumuzun yüzde 5'ine tekabül eden ve sosyal dengelerimizi alt üst edecek bir toplu göç var karşımızda.
Türkiye, ne -zaten hakkı olan- vizesiz seyahat ne de 3-5 milyar Euro'ya tenezzül etmeden, mülteci sorununu AB gündeminden çıkarıp, BM gündemine taşımalı ve "güvenli bölge" talebini ısrarla yinelemelidir. Her ne kadar Ege'deki mülteci akınının önüne NATO duvarını kabul etmiş olsak da, zaman geçmiş değil.
Sınıra koyduğu Patriotları söküp götüren NATO'nun da, topraklarımızı mülteci deposu yapmak isteyen Avrupa'nın da güvensiz müttefikler olduğunu artık kabul edip, tavrımızı ona göre sergilemeliyiz.
Bizim zaten bu sorundan kaçışımız yok. Peki, Ortadoğu'nun tüm kaynaklarını çok uluslu şirketleriyle sömüren, 1 Dünya Savaşı'nın "harita çizici"leri neden bu sorundan 3-5 kuruşa kurtulsun ki!..