29 Ocak Çarşamba günü, Ziya Osman Saba’nın 63. ölüm yılı. O da ellinci yaşını görmeden bu dünyadan göçen şairlerden birisiydi. Ellinci yaşını göremeyenler arasında kimler yok ki?  Hemen aklıma gelenleri sayayım: Muallim Naci(1849-1893, 44 yıl yaşadı), İbrahim Şinasi (1826-1871,45 yıl), Namık Kemal (1840-1888, 48 yıl), Nabizâde Nazım (1862-1893, 31 yıl) , Tevfik Fikret (1867-1915, 48 yıl), Ali Suavî (1831-1878, 39 yıl), Ömer Seyfeddin (1884-1920, 36 yıl), Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956, 46 yıl), Kemalettin Kamu (1901-1948 , 47 yıl), Ömer Bedreddin Uşaklı(1904-1943, 39 yıl), Orhan Veli Kanık (1914-1950, 36 yıl), Sait Faik Abasıyanık (1906-1954, 48 yıl) Ziya Osman Saba (1910-1957, 47 yıl) ve daha bir çokları. Onlar hiç olmazsa benim yaşıma kadar yaşamış olsalardı, sanat anlayışları, dünya görüşleri ne olurdu? Bu şairleri irdeleyip, sonuç çıkarmaya hakları olmasa gerek.

Ziya Osman Saba’nın 50 inci ölüm yılında bir yazı yazıp yazmamakta tereddüt ettim. Sevdiğim bir şair. Metnini yazdığın bir çok şiir programında ondan ve şiirlerinden söz etmişimdir. Ziya Osman Saba’yı sevmek, saymak, hatırlatmak, yeni kuşaklara sevdirmekten başka bir amacı olmayan vefa insanı Mehmet Nuri Yardım’ın başına gelenleri de biliyorum. Bütün yönleriyle Ziya Osman Saba’yı anlatan, onca emek sonucu hazırladığı kitabından, şiirlerin, telif beklentisi içindeki varislerince çıkarılmasına üzülmüştüm. Bu ibretli olayı gerek görürse, Mehmet Nuri kardeşim yazar.

Ziya Osman Saba, para canlısı biri değildi. Ölümünün yirminci yılında, kendisini yakından tanıyan Yaşar Nabi Nayır, şöyle yazmıştı:

“Tevazu, tevekkül, kanaat, yüzyıllarca tarikatların aşılamaya çalıştıkları halde insanlar arasında hemen hiç yerleştiremedikleri feragat ruhu O'nun bütün varlığına sinmişti... şöhretmiş, paraymış, mevkiymis, hiçbir yeryüzü minnetine tutkusu yoktu. Öyle büyük büyük

istekler de duymamıştı, mutluluğu pek ufak şeylere bağlamıştı: ... bir ev, iki odalı bir kulübecik, bütün isteği bundan ibaretti.''

Ziya Osman Saba ile özdeşleşmiş bir deyim aransa, her halde “tevazu”nun karşılığı olan “alçak gönüllü olmak” bulunurdu. Küçük olması, yoksul olması önemli değildi. Sıcak bir aile ortamı ve burada yaşanacak huzurdu, şiirlerine yansıyan.                                         

         “…..     

     Bir oda, içinde bir saat sesi

     Hayatın sırtımdan giden pençesi,

     Ve beni maziye götüren bir el,

     Eski günlerimiz, sessiz ve güzel...

     Bulduğum kayıplar, her günkü yerin,

     İşte konsol, ayna, köse minderin,

     Seccaden, tespihin, namaz başörtün.

     Bir şey değişmemiş, sanki daha dün. …. “

     Ziya Osman Saba’nın bütün şiirlerinde, dizelere onun ruh dünyası yansır. İşte rastgele bir şiiri:  “Misakimilli Sokağı No 37”  Okurken hemen, buram buram geçmişe özlemi ve bu özlemin acılarını duyumsarsınız.    

    

“…

Aksamlar iner "kaymak yoğurt”çularla

         Kaldırımlar benim için gölgelenirdi.

         Saatler ilerler bozacılarla,

         Derken bir komşu seslenirdi.

    

         Pencerelerimizden biri komşu arsaya bakar,

         Ötekinin önünde bir havagazı feneri;

         Rüzgarla açılıp kapanırdı ışığı,

         Geceleri...

         …….

         ……

         Bir çocukluk oyunu mu oynadık orada?

         Sen gelin olmuştun, ben güvey.

         Sen öyle güzel; ben daha genç,

         Yepyeni, taptazeydi her şey.

    

         Ne zaman o sokama yolum düşse simdi,

          Ayaklarım geri geri gider.

         Evler cansızdır elbet, insanlar vefasız,

         Komşumuz başkalarına komşuluk eder.

……”

     Ziya Osman Saba’nın şiiri: Çocukluk ve ilk gençlik anılarına bağlılık.. Küçük mutluluklarından duyulan sevinç… Acıma duygusu, iyilik düşüncesi… Tanrı'ya şükür, ölüm gerçeğini kabulleniş… İstanbul sevgisi… İyi br gözlem ve dışavurumculuk…

İşte “Nişanlılık” adlı şiirinden bir bölüm:

 “….

Ne kadar ümitli, ne iyiydik!

Önümüze düşmüş Bahtiyarlık,

İyi komşularla dolu mahallelerde,

Kiralık bir kat aradık.

Bir an gülümseyen talih, değişen kader

Ömrümde bir tek o sonbahar.

Ömrüm oldukça anacağım,

Bir rüya görür gibi geçtiğimiz sokaklar. ..”

Ziya Osman Saba edebiyata girişini şöyle anlatmıştı:

"Daha pek küçük yaşlarda bu mektebin (Galatasaray - A. O.) İlk sınıflarında mensur şiirler yazdım. İlk vezinli kafiyeli şiirin 6 Kânunisani  (Ocak)1927 tarihli "Servet-i Fünun'da ve sadece 'Ziya' imzasıyla çıktı. Başlığı 'Sönen Gözler' di. Bu imza sonra Ziya Osman Saba oldu".

Saba’nın yazdığı ilk yazısı  annesinin ölümüne ilişkin olmuş. İlk demeleriyle ilgili şunları demişti:

"Bu nesirleri ve daha sonra yazdıklarımı siyah kaplı bir deftere geçirmiş, ilk sahifeye kırmızı - mavi, kalemle, doğan mı batan mı olduğunu anlaşılmayan bir güneş resmi yapmış ve korkunç bir Arapça hatası da işleyerek en başa, eserime verdiğim adı yazmıştım: Hissiyatlarım.”

Yarınki Yazımda Ziya Osman Saba’yı anlatmayı sürdüreceğim.