1906. Anadolu'da yoksunluk ve yoksulluğun kol gezdiği yıllardan biri. Zara'da İbrahim ile Gülsüm çiftinin bir çocukları doğar. Adını  "Halil" koyarlar. 

Daha önceki erkek çocukları yaşamadığı için Gülsüm kadın zayıf hastalıklı Halil'in üzerine titrer. "İnşallah bu incik ölmez" diye dua üzerine dualar eder.  Öldürmeyen Allah Halil'i öldürmez ama, Gülsüm kadın inciğinin büyüdüğünü göremeden bu dünyadan göçer gider.  

Halil'in babası İbrahim de kırmaya çalıştığı taş yığınlarının altında kalarak sakatlanır. Bir süre sonra ölür. Yiğit lakabıyla anılır. Annesiz, babasız kalan bu zayıf çelimsiz çocuğun adı "İnce Halil"dir.  Kimsesiz olduğu için "Sivas Yetiştirme Yurdu'na verilir.  

Halil yetiştirme yurdunda bağlama çalmayı öğrenir. Sanatçı kişiliği ortaya çıkar. Yanık, duygulu sesi bu yuvanın dışına taşar. Yüreklere akar. Sivas'ta herkes ondan "İnce Halil" diye söz eder. 

O yıllarda herkes doğduğu yer ile anılır. Diyarbakırlı Celal, Malatyalı Fahri, Divrikli Nuri Üstünses gibi. İnce Halil de artık Zaralı Halil olarak anılır. 

Zaralı Halil zamanı gelince askere alındı. Asker ocağında düzenlenen her eğlenceye çıkıyordu. Ama rahatsızlandı. Daha önceki içkiye düşkünlüğü vücudunu yıpratmıştı. Hastalık raporu alarak Zara'ya döndü. Askerliğini zar zor bitirdi. Önce

Suşehri, Sivas, Erzurum yörelerinde kendini göstermeye başladı. İlgi görüyor, sesi beğeniliyordu.

Zaralı Halil'in yaşadığı, gördüğü, duyduğu olaylar üzerine türkü yakıcılığı var. Örneğin ir çoban ve celep "öküz" arasındaki çatışmayı türküleştirmiştir.  Çoban adet gereği evlenmeden iki gün önce Cuma günü süslendirilir. Saç, sakal traşı yapılır yeni kıyafetler giydirilir... Başına da terlik "fes, başlık" korlar... Bu durumuyla yaylıma götürdüğü celeplerin yanına gider. Öküzlerden biri onu tanımaz ya da değişik kıyafet görünce çobanın üzerine yürür ve onu yaralar. Bu olaydan üç gün sonra da çoban ölür. Türkü böylece oluşmuş olur:

"Bu günde günlerden cumadır cuma
Yar hamama gidip kınanı yuma 
Ben seni sevmişim kimseye deme
Zalim celep vurdu yarem var benim

Diyarbakırlı Celal Güzelses'i ziyarete gitmiş. Orada hastalanmış.Yatarken bu türküyü yakmış. Muzaffer Sarısözen derlemiş. 

"Ezim ezim eziliyor yüreğim / Çok yalvardım kabul olmaz dileğim"

Zaralı Halil'in soyadı "Çataltepe"ydi. Ancak 1950'li yıllarda soyadını "Söyler" e çevirmişti.

Halil'in türkü sevdası çok az yaşadığı ana kucağında başlamıştı. Çocukluk günlerinde annesinin düzdüğü maniler, anlattığı masallar, çığırdığı türkülerle yoğrulmuştu. Okuma yazması olmayan fakir Anadolu Kadını, halk kültürü zenginiydi. 

Onun için Halil'in türkülerinde bir yanda insanı sımsıcak saran masalların, manilerin, kilimlerin el işlemelerinin izini bulabiliyoruz. Diğer yanda hırçın ağaçsız karlı boranlı dağları görürüz. Çevresindeki insanların yoksulluğu, zor koşulları türkülerine yansıyor. Bir uzun havası şöyle başlıyor: "Aşam dedim aşamadım dağları / Param yoktur satın alam yolları "

Zaralı Halil'in türküleri bir öyküye dayanırdı. Çevresinde olan olaylar ona etkiler, zengin duygu dünyasını tetikleyerek birbirinden güzel türküler yakmasını sağlardı. Hastalıklar, ölümler, depremler, sevdalar, soğuklar, dağlar; onun türkülerinin konusuydu. Başkalarının sevinç ve acılarını paylaşmasını bilirdi.

Zaralı Halil'in plak dünyasına nasıl girdi?

Kendisini çok seven ve beğenen manifaturacı Şükrü Efendi onun elinden tutup İstanbul'a götürür. Bir plak şirketiyle anlaşır. Plak şirketi plak doldurduktan sonra vaat ettiği parayı vermez, mahkemelik olurlar. Ancak Halil'in doldurduğu plak büyük ilgi görür, Plakları yok satar. Şöhreti tüm ülkeye yayılır. Artık Halil plakçıların değil, plakçılar onun peşindedir. Eğlence dünyası onu Diyarbakırlı Celal ile Erzincanlı Şeref'le birlikte anmaya başlarlar. 

Zaralı Halil'in "Kiremit bacaları / Giydim alacaları / Sevmeyin gelinleri / Darılır kocaları" dörtlüğüyle başlayan türküsünde Karadeniz yöresinin etkisi var. "Sabah güneşi doğmuş boyalı konaklara" ve "Mendilinde kar getir" gibi türkülerinde Azeri etkilenmesi göze çarpıyor.  Zaralı Halil'in yetişmesi devrinin ünlü sanatçılarını dinleyerek ve Sivaslı sanatçılardan Hafız Halid Feryadi Hafız Hakkı Bey ve Divrikli Nuri Üstünses'le meşk etmiş, bu sanatçılardan etkilenmiştir.  Feryadi Hafız Hakkı Bey, seferberlikte doğu ve Kafkas cephesinde bulunmuş, bu bakımdan Azeri musikisiyle daha yakından ilgilenmiş, eserlerinde de bu havayı işlemiştir. Zaralı Halil'in musiki kişiliğini oluşmasında Feryadi Hafız Hakkı Bey'in büyük tesiri olmuştur. Diğer kullandığı makam ve usullerin Sivas'a ve havasına uygundur. 

Zaralı Halil, devrinin ünlü sanatkârlarından Diyarbakırlı Celal Güzelses, Malatyalı Fahri Kayahan ve Erzincanlı Şerif'le meşk etti. Onlardan etkilendi, onları etkiledi. Sivas'ta Hoyrat okunmadığı halde, Celal Güzelses'in Diyarbakır yöresine ait "Kara Gözler" hoyratını plağa okumuştu. Plağa okuduğu türküler arasında Divriğli Nuri Üstünses'e ait olanlar da vardı. Öte yandan Erzincanlı Şerif, Zaralı Halil, Neriman Altındağ Suzan Yakar gibi sanatçılar, Zaralı Halil'in türkülerini plak yapmışlardı.

Zaralı Halil'in plak kayıtlarında bağlama sesini pek duymuyoruz. Bunun nedenini şöyle açıklayabiliriz: Zamanın teknik ve ses kayıt imkânlarının yetersizliği plak kayıtlarında zayıf sesi olan bağlama yerine daha kuvvetli sese sahip halk tabiriyle ince saza yer vermiştir. Bu sazlar mızraplı ve yaylı tambur, cümbüş, kanun, klarnet, çalpara ve dümbelektir. Plaklarını 1945-1958 yılları arasında okumuş.. Plaklarına başta üstad kemani Erzurumlu Haydar Telhüner olmak üzere Kanuni Ahmet Yatman, klarnet Şükrü Tunar ve tamburi Malatyalı Fahri eşlik etmişlerdir. 

Halk Zaralı Halil'in sesini benimsemiş. Ünlü bir sanatçıymış.  Yurdun dört bir yanından davet edilirmiş. Yakınlarına vakit bile ayırmazmış. Uzun süre çocuklarından ayrı kalırmış ki bu durumu eleştirile gelmiştir. Zaralı Halil'in özelliklerinden biri de diğer türkü çığıranlar gibi naz etmemesiymiş. Hatta derler ki kuşların, koyunların kendisini dinlediğini sezdiği zaman bile türkü söylermiş. Kendisine sorulan sorulara bile türküyle cevap verirmiş. Sırtı kamburmuş Zaralı Halil'in. Sivas'ta Halil'in sesinden güzelliği ve gürlüğü sırtındaki kamburundan geliyor derlermiş...

Zaralı Halil nişanlı olduğu günlerde, nişanlı görmeye gider. Geleneklere göre, armağan götürmesi gereklidir. Ancak bir şeyler almaya maddi gücü yoktur. O duygular içinde bu türküyü söyler:

Tevekte üzüm kara / Salkımı düzüm kara / Ben yare gidemiyom /     Elim boş yüzüm kara

Zaralı Halil 1950'li yıllarda sanat dünyasının önde gelen isimlerinden Zehra Bilir, Muzaffer Akgün, Nurettin Dadaloğlu gibi dev sanatçılarla turnelere çıktı. Ünlendikçe Zaralı Halil'in içkiye düşkünlüğü de artmıştı. Evini, ailesini, çocuklarını aramaz olmuştu. Yedi yıl evine uğramamıştı. Sağlığı bozuldu. Sonunda yalnızlığa dayanamadı. Zara'ya döndü. Hastalığı ilerlemişti. 15 Ocak 1964'de Zara'da hayata gözlerini kapadı.  Geride eşi Kamer Hatun, sekiz çocuğu ve onlarca türküsünün kubbede hoş sedası kalmıştı.