Ağustos, Türk tarihinde büyük zaferlerin kazanıldığı aydır.

26 Ağustos 1071’de Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun tapusu tescillendi.

29 Ağustos 1526 tarihinde de Mohaç Meydan Muharebesi ile Avrupa kapıları Türklere açıldı…

Kuşkusuz en büyük zafer 30 Ağustos 1922 tarihindeki büyük taarruzdur…

30 Ağustos 1922’de Türklerin tarihi değişti ve esaret zincirini bir kez daha kırdı…

Anadolu özgürlüğüne kavuştu ve yine Türk yurdu olarak kaldı.

Bir yandan Zafer Bayramı kutlanırken diğer yandan çok ciddi sıkıntı ile karşı karşıyayız…

Suriye’deki iç savaş sebebiyle Anadolu’nun kapıları herkese açıldı.

Giren çıkan belli değil. Kayıt tutulmuyor…Ülkemizde ne kadar Suriyeli veya başka milletten insan var net olarak kimse bilmiyor.

Özellikle Suriyelilerin ülkemizde çıkardıkları sorunlar bir yana… Kendi içlerinde bile anlaşamıyorlar. Sürekli kavga ve olay var.

Bizim için asıl tehlike, sayıları kimilerine göre 3 milyon, kimilerine göre 5 milyon, kimilerine göre 10 milyonu bulan Suriyelinin ne olacağıdır?

Net olarak görülen şudur ki, Suriyeliler ülkemize yerleşmiş, ülkemizi tapulu malları gibi görüyor. Hallerinden o kadar memnunlar ki hiç kimse geri dönmek istemiyor.

Bayramda ülkelerine gidiyorlar, akrabaları ile bayramlaşıp tekrar dönüyorlar…

Ortada gerçekten bir savaş var ve Suriye yaşanmayacak halde ise bayramda ülkelerine nasıl gidebiliyorlar?

Bayramda ülkelerine gidebiliyorlarsa niçin geri dönüyorlar?

Kamuoyunda Suriyelilere karşı büyük bir tepki var. Özellikle Gaziantep, Kilis, Hatay gibi illerimizde halk çok tedirgin…

İstanbul’da bile bıçak kemiğe dayanmış vaziyette…

Ve halkın en büyük korkusu…

Suriyeliler hızla çoğalıyor. Hem doğum yaparak nüfusları artıyor, hem de sürekli gelenler oluyor. Bu gidiş sürerse Suriyeli nüfusu ülkemizin birçok ilinde çoğunluğu sağlayacak. Başka bir deyişle Türkler azınlığa düşecek…

Türkiye’nin nüfus yapısı değişiyor. Nüfus yapısı değişmekle kalmıyor, milletimizin ahlâkı yapısı da çökertiliyor.

Toplumun neredeyse tamamında bu korku ve endişe var.

Hiçbir yetkili buna ilişkin bir açıklama yapmıyor.

Tedbir alan zaten yok.

Büyük zaferlerle kazandığımız yurdumuz, içinde olmadığımız bir savaş sebebiyle dolaylı olarak işgal edilmiş gibi…

Türk düşmanlarının yüz yıl önceki projesi tekrar devreye mi sokuldu…

*****

Bizi zulümden kurtardı

Atatürk yurt gezileri sırasında plan dışı bir şekilde Konya civarında treni durdurur... Yaverleri ve diplomat çevresine rayların karşısında duran küçük bir köyü gösterip:

“Siz beni burada bekleyiniz ve sakın peşimden gelmeyiniz, yanımda Yunus Bey olduğu halde gidip geleceğim. Köyü görmem lazım” der.

Tüm itirazlara rağmen yanında Yunus Nadi Bey ile köye doğru gider. Köy yedi hanelik bir camisi olan oldukça fakir bir köydür. Atatürk ve Yunus Bey sağa sola bakarlar köyde kimse yoktur. Sadece genç bir kızın yardımıyla zar zor yürüyen zayıf cılız yaşlı bir adam  onları karşılar.

Yaşlı köylüye selam veren Atatürk: “Biz uzun yoldan gelen Tanrı misafirleriyiz efendi.” dediğinde, yaşlı köylü: “Hoş gelmişiniz ağalar başımız üstüne, açsanız sofra kurayım, değilseniz bir ayranımızı ikram edelim” der.

Atatürk, teşekkür ederek aç olmadıklarını ama ayran içebileceklerini iletir. Yaşlı köylü genç kıza işaret ederek ayran ikram eder. Atatürk ayranı içtikten hemen sonra neden köyün boş olduğunu sorar. Yaşlı köylü kaşlarını çatarak:

“Bilmez misiniz ağalar, Gazi Paşa geliyor kasabaya, ahali onu karşılamaya gitti.”

Atatürk gayet ciddi şekilde: “Peki sen niye gitmedin, bu kızcağızı alıp bak Paşa geliyormuş.”

 Yaşlı köylü: “Beni götürmediler, çok görmek istedim onu, yalvardım yakardım onca yolu çekemezsin dediler, bir ayağımı Balkan Harbinde bir ayağımı da Çanakkale’de yaraladım. Bu kızcağız torunumdur, annesi babası hastalıktan ölmüştür. Bana bakar, benim elim kolum ayaklarımdır” der.

Atatürk'ün gözlerine hüzün çökerek sorar: “Peki ola ki Gazi Paşa’yı görseydin ona ne derdin?”

Yaşlı köylü genç kızın elini tutarak: “Ne derdim biliyon mu ağa? Hiç bir şey demezdim, o bize şu torunum gibilere İngiliz’in Fransız’ın Yunan’ın belasından kurtarıp aç da olsa namusuyla yaşayacağı bir vatan vermiş, bizi gavurun zulmünden kurtarmış, bak ağa şu camiden gönül rahatlığı içinde ezan dinlememize sebep olmuş. Ben Gazi Paşa’ya ne derim... Ha ayaklarım tutmaz amma! Yine çağırsın aha bu torunumu alır onun emrinde savaşa koşa koşa gelirim.”

 Bunu dinleyen Atatürk hüzünlü gözleri ile elini yaşlı köylünün omzuna koyup: “Benim milletim başkadır, benim milletim bambaşkadır. Bu milletin bir ferdi olmak bambaşkadır” der.

*****

TEBESSÜM

Kahraman Türk kadını

17 Mart 1923 Tarsus:
Mustafa Kemal istasyondan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli mücadeledeki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
“Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!”
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
“Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca, hürriyet ve istiklale sembol olmuş bir milletiz.

Atatürk