Türkiye, erken seçim atmosferine girdiği günden bu yana başka hiç bir konuyla ilgilenmiyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Vatandaşın gündemi ile, medya organlarımızın gündemi maalesef örtüşmüyor. Gazete ve televizyonlar belli bir "misyon" üstlenerek gündemlerini böyle kurabilir elbette. Neticede bir mal satıyorlar ve alıcılarının hoşuna gidiyorsa, onlar için sorun yok. Türkiye'de siyasete olan ilginin giderek azaldığını, siyasi programların eskisi kadar ilgi çekmediğini gazete ve televizyon yöneticileri bilmiyor mu? Elbette biliyorlar. Bu yüzden "haber" televizyonu dışındakiler, diziler ve yarışma programlarıyla vatandaşı ekrana çekmeye çalışıyor. Başarılı oluyorlar da...

Bazı dizilerin veya yarışma programlarının, siyasi liderlerin katıldığı televizyon programlarından çok daha fazla raiting alışı haber konusu bile olmaya başladı hatırlarsanız.

Haber televizyonları, adrenalin yükseltecek konuklarla ekranlarına ilgiyi artırmaya çalışıyor. Söylediğinin mantığı, gerçekliği olmasından çok, ne kadar insanın tansiyonunu zıplattığına bakıyorlar doğal olarak.

Kısaca; gerçekliğin, farklı ve makul olanı iyi anlatanın, ufuk açanın değil, karşı tarafın sinirlerini zıplatan konuklar tercih sebebi oluyor. Siyasi partilerin veya liderlerin, kendilerini temsil edercesine ekranlarda boy gösterip, sivri sivri kelimelerle ilgi kadar tepki toplayanlara karşı tavırlarının ne olduğunu bilemiyoruz henüz. Bu konuda en büyük sıkıntıyı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın duyması gerekiyor bence. Çünkü, "En büyük Erdoğancı benim" afra tafrasıyla ekranlara çıkıp, toplumun yüzde 50'sini "En büyük hayranı buysa, ben Erdoğan'a kesinlikle oy vermem" kıvamına getiriyor.

* * *

Gelelim "dil" dışında ekranlardaki ikinci soruna... Daha yakın zamanda çuvallayan kamuoyu araştırmacılarının rakamları havalarda uçuşturmalarına.

"Yakın zamanda" diyorum, çünkü Türkiye daha bir yıl önce 16 Nisan referandumunu yaşadı ve birkaç gün öncesinden yüzde 60-65'lerle "evet" çıkacağını ısrarla iddia edenler yine ekranları kapladı. 
İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde "evet" birlikteliğine belki de en büyük darbeyi, ekranlarda yeni anayasayı anlatmak yerine, "hayır" diyenlere saldıranlar vurdu. Bir de "Nasıl olsa evet çıkıyor" düşüncesiyle yan gelip yatanlar. Ya da onların yan gelip yatmasına yolaçan anketçiler...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, son haftada İstanbul'daki durumu fark etti ve günlerce ilçe ilçe dolaştı. Erdoğan'ın son çabaları, evet-hayır arasındaki makası azaltmaya yetti sadece.
Anketçiler yine ekranlarda ve Cumhur İttifakı'nın yüzde 60-65 oy oranı alacağını anlatıyor. Diğer partiler adına anket yapanlara göre ise AK Parti-MHP birlikteliğinin oy oranı yüzde 35'lerde...
Her iki kesimin anketçilerinin de, bilimsel kamuoyu araştırması yerine müşterisini memnun edecek yüzdeleri ortaya koymaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Yoksa, istatistik bilimine karşı da güven sıfırlanmış olacak. Anket şirketleri, toplumun nabzını yansıtmak için değil, algılarını yönetmek için çalışıyor sanki. Bu da yanlış sonuçlar doğuruyor genellikle.

* * * 

Bu seçim; diğerlerinden çok farklı bir kurguyla yapılıyor. Hem Cumhurbaşkanı, hem de yeni anayasaya göre görev yapacak olan parlamento seçilecek 24 Haziran'da. İYİ Parti ilk defa seçmen tarafından oylanacak. Saadet Partisi de, "nasıl olsa barajı aşamaz" diyerek kaptırdığı emanet oyları geri almaya çalışacak.

Seçimin sonucunu belirleyecek ve etkileyecek diğer unsurları da gözönünde tutmak gerekiyor sağlıklı analiz yapabilmek için. Bunların başında ekonomi geliyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kurmayları bunun farkında. Emeklilere dini bayramlarda biner lira ikramiye yanında, "kamuya borçlu olanlarla barış" projesi de bu yüzden geldi. Erdoğan'ın manifestosunda da "gelir adaletsizliğini düzeltmek" özellikle vurgulanan bölümdü. 

Vaadler ve hedefler dışında, seçimin sonucunu etkileyecek en önemli unsur bence "sandıktan kaçan" seçmenler...
Yüzdelerle değil, sayılarla anlatalım.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaklaşık 15 milyon seçmen sandık başına gitmedi. 
Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 51.79 oranına denk gelen 21 milyon 871 oy alan Recep Tayyip Erdoğan'ın partisi, aradan 1 yıl geçmeden yapılan 7 Haziran seçimlerinde 2.5 milyon oy kaybetti ve 18 milyon 864 bin 864 oy aldı. 7 Haziran'da sandığa gitmeyen seçmen sayısı 7.5 milyona düşmüştü halbuki.

* * *

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 5 ay içerisinde ülkeyi tekrar seçime götürdü ve 1 Kasım 2015'te 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı 21 milyon oyun üzerine de koyarak 23 milyon 681 bine çıkardı AK Parti'ye oy verenleri. Seçmen sayısı artmamıştı ama sandığa giden seçmen sayısı 1 milyondan fazla artmıştı.

Sonrasına da bakalım. 15 Temmuz büyük ihanetinin ardından "Yenikapı ruhu" ile siyasi iktidara destek çıkmaya karar veren MHP lideri Devlet Bahçeli'nin "haydi anayasayı değiştirelim" demesinden sonra yaşanan 16 Nisan referandumuna katılan seçmen sayısı 4 milyona yakın artış gösterdi. 58 milyon 366 bin seçmen oy kullandı ve "evet ittifakı" bu oyların 24 milyon 747 binini alarak kıl payı da olsa muradına erdi.

Tüm bunları neden yazdım peki?

Anketçiler, 3-5 bin kişiyle (ve genellikle de aynı deneklerle) yaptıkları görüşmenin sonucuna göre bir yüzde oluşturuyor. Seçimin sonucunu, sandığa gidenlerin yüzde 50+1'i belirleyecek. Siz bence kafayı, "sandığa gitmeyen kemikleşmiş 8-9 milyon seçmeni kim sandığa götürmeyi başaracak" ile "emanet oylar geri dönecek mi?" sorularına yorun. 

Kilidi de onlar çözecek, sonucu da onlar tayin edecek çünkü...