Bir tabak aşurenin ortaya çıkardıkları bir gün içinde hepimizi yordu, umudumuzu kırdı, içimizi karattı. Bu yazıyı yazarken kendimi yorgun, yenik ve yalnız hissetmemin nedeni budur.
Sosyal medya üzerinden Şehir Hastanesi çalışanı ‘’Büşra Hemşire’’ Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’tan aşure istedi. Mansur Yavaş da bütün hastane çalışanlarına aşure gönderdi. Sosyal medya üzerinden yapılan istek; bu isteğin hızlı bir şekilde yerine getirilmesi ve ortaya çıkan sıcak, samimi, sevecen iletişim az gelişmiş bazı insansıların beynindeki karanlığın kapısını açtı.
Tecavüz ve işinden etme tehditleri bir de bakan ismi eklenerek yapıldı sosyal medyada. Bu kadar cüretkarlar artık, bu kadar pervasız.
Emin olun Büşra Hemşireye savrulan tecavüz tehditlerinin ve saldırıların nedenleri arasında bence ilk sırada toplumun bir kesimine aşılanan nefret ve düşmanlık güdüsü yer alıyor. İnsan programlanabilen bir makinedir ve insanlar neden düşman olduklarını bile bilmeden kanlı bıçaklı düşman olacak şekilde programlanabilir. Doğru yöntemi bulursanız etki ettiğiniz insanların düşünme sistematiğini değiştirebilir ve belirli uyarıcılara karşı ne tepki vermesini istiyorsanız o yönde programlarsınız. Ne yazık ki uzun bir süredir ülkemizde uygulanan da bu.
Yeterince eğitim almamış, kendini kanıtlama fırsatı hiç verilmemiş, yaşadığı sosyal sistemin içinde ‘’büyükleri’’ tarafından sürekli baskılanmış, horlanmış ve ezilmiş bireylerin içinde biriken öfkeyi birileri istedikleri gibi yönlendirmekte.
Ömrü boyunca sevgiye aç kalmış insanlar kendilerinin ya da ait oldukları grubun dışında gelişen bu türde bir iletişim karşısında yıllardır ezilmekten dolayı biriktirdiği öfkeyi ruhunun bütün kapı ve pencerelerinden boşaltmaya başlıyor. Bu öfke patlamasıyla beraber yaşadığı rahatlamayı da kendini programlayan kişiye bağlayarak programcısını daha da yüceltiyor.
Daha bir çok örnek verebilir, ortaya teoriler atabilir ve bir sürü cümle kurabilirim ama istemiyorum. Fark ediyorum ki yaşadığımız süreç içimizdeki bir çok duygunun üstünü örtmüş. Kendimizi saçma bir savaşın içinde ruhumuzu zamana karşı korurken bulmuşuz. Bu savaş hepimizi yıpratıyor. Duygudan uzaklaştıkça içimizdeki yaşama sevinci de azalıyor. İnsan yaşama sevincini kaybederse hangi alanda ne yapabilir ki?
Bu hengamenin içinde ne görürsek görelim, neyle karşılaşırsak karşılaşalım yaşadıklarımız içimizde yeterince duygu yaratmıyor. Eksilen duygular bizi de eksiltiyor. İnsanın üretmesi içinde hissettiği coşkuyla başlıyor ve devam ediyor.
Geç kalmışız gibi, herkes gitmiş gibi. Kurtulamıyoruz içimizi kemiren, aklımızda, gönlümüzde dönüp duran bu duygudan.
İyi bir şeylerin ‘’karşı’’ taraftan gelmesi saldırmak için sebep olabiliyor. Artık hangi yöne gittiğimizden hiç emin değilim ve bu gidiş beni çok korkutuyor. Her an bir savaş çıkacakmış gibi. Her an bir kavga başlayacak gibi. Biliyorum ki önümüzde çok ama çok zorlu bir süreç var. Her gün saldırılar görüyoruz. Her gün onlarca öykü geliyor önümüze. Ne yaparsak yapalım engel olamıyoruz aramızda dolaşan öfkeye.
Ne zaman kurtuluruz bu durumdan, ne zaman normale yaklaşırız inanın bilmiyorum. Yaratılan bunca tahribatın kısa sürede geri döndürülmesi de mümkün görünmüyor. Bu ülkenin yaşadığı savaşlar bir çok neslini yok etti. Savaşla tamamlayamadıklarını savaşmadan tamamlamaya çalışıyorlar ve başarıyorlar da.
Aşure birliğin, dayanışmanın sembolüydü değil mi?