Öncelikle şu hususu vurgulayayım: Bu yazı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ve partisini savunmak için kaleme alınmadı. Erdoğan'ı o kadar çok savunan, köşesini, kalemini siper eden var ki, bana hiç ihtiyacı olmadığını gayet iyi biliyorum. Erdoğan'ı savunuyor gözükmenin bana bir şey kazandırmayacağını da.

Bu yazı, tamamen Türkiye sevdası ve kaygısıyla yazılmıştır. O yüzden "Erdoğanist" veya "Erdoğanofobi" ön yargılarınız ile ön kabullerinizi bir kenara bırakmadan olaylara doğru bakmamız mümkün değil. Nasıl mı bakacağız?
1990'lı yıllarda ve sonrasındaki Irak'ta "Saddamcılar" veya "Saddam karşıtları"nın, BOP'a start verildiğinde Libya'daki "Kaddaficiler" ile "Kaddafi düşmanları"nın, hadi onları bırakın 2010'a girmeden Suriye'de "Esadcı ve BAAS'cılar" ile "Esad ve

BAAS karşıtları"nın baktığı gibi bakmayacağız.

Türkiye'nin etrafına karanlık bir "algı duvarı" örülüyor. Çünkü koca koca etiketleri olanlar, küçük hesaplar peşine düşmüş. "Anam babam sana feda olsun Erdoğan" diyenler de, "Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin" diyenler de gelen tehlikeyi görmek istemiyor. Medyanın aynı eksende toplanmış büyük bölümü "siyasi düşmana koz vermeyelim" refleksiyle hareket ediyor, küçük bölümü ise "bu dalga onları götürür" umuduyla avuçlarını ovuşturuyor. O kadar gözleri hırs bürümüş, o kadar "dilsiz şeytan"lığa gönüllü olmuşlar ki, bu dalgalarının ardının tsunami olduğunu hesap edemiyorlar.

* * *

Trump sonrası ABD, Türkiye'yle köklü ekonomik bağlar kuran ve zor anında yanında olacağını gördüğü ülkelere karşı "psikolojik harp" başlattı. Önce, Lawrence'in Vahhabi Çetesi, Türkiye'de büyük yatırımlar yapan Katar'ı kıskaca aldı. Hep birlikte yıllarca destekleyip büyüttükleri Müslüman Kardeşler'i "terör örgütü" ilan ettiler. Suudi Arabistan ve diğer tüm BOP sevdalısı ülkelerin "ortak suçlarını" Katar'a, dolayısıyla Türkiye'ye yükleme harekatıydı bu. Müslüman Kardeşler, Türkiye'deki tüm büyük cemaatlerle iç içe geçmişti, önemli isimlerine kucak açmıştı çünkü. Dünyadaki tüm terör örgütlerini CIA aracılığıyla "kuran" veya "himaye eden" ABD, Türkiye'yi "terör destekçisi" göstermek istiyordu bu şekilde...

Geçen hafta Bulgaristan'da "diplomatik uçakla silah sevkıyatı" haberi çıktı. Bu sütunda gemilerle ve Suudi kargo uçaklarıyla Suriye ve Yemen'e nakledilen silahları gemi isimlerini de vererek anlatmıştık. Bulgar medyasında yer alan haberde dikkat çeken bir ülke daha vardı: Azerbaycan. 

Yetmedi; Afganistan'da El Kaide'yi kuran ve Taliban'la savaş bahanesiyle bu ülkeye çöken ABD, yakın müttefiki Pakistan'ı "terör destekçisi ülke" ilan etti. Türkiye'nin başı sıkıştığında elini uzatabilecek 3 ülke yani...

DAEŞ ve diğer terör örgütlerini silahlandıran, PKK'dan, İncirlik'i de kullanarak taşıdığı kirli silahlarla "ordu" kuran, Irak'ta İsrail'in kolonisi olacak bir "Kürt aşiret devleti" kurulmasının yolunu açan ABD yöneltiyor bu suçlamaları.

Aynı dönemde, ABD Hazine Bakanlığı, DEAŞ'ın finansal yöneticisi olduğu gerekçesiyle Salim Mustafa Muhammed el-Mansur isimli şahsı yaptırımlar listesine ekledi. DEAŞ'ın Musul Finans Emiri olduğu söylenen Mansur'un Mersin, İstanbul ve Adana'da faaliyet gösterdiğini de ekledi bakanlık iddiasına.

ABD Senatosu'nda önceki gece yapılan oturumda, Türkiye aleyhine yapılan konuşmalara da göz atın derim... Eski bakan Zafer Çağlayan'ın, Rıza Sarraf dosyasına sokularak sanıklar arasına katılması da unutmadan.

* * *

ABD, Erdoğan'ın "BOP Eşbaşkanı" olarak Arap Baharı'nda üstlendiği rolü fırsat bilip, geçmiş tüm "karanlık işleri" Türkiye'ye yüklemek istiyor. Tıpkı Saddam'ın "kimyasal silahı olan bir diktatör", tıpkı Kaddafi'nin "İslamcı teröristleri destekleyen bir diktatör", tıpkı Beşar Esad'ın "Nasrani olmayanlara temsil hakkı tanımayan kanlı bir diktatör" olduğunu algı operasyonlarıyla tüm dünyanın beynine nakşettikleri gibi, Türkiye'yi de "İslamcı teröristlerin destekçisi ülke" ilan ediyor. Tıpkı Yeşilçam filmleri gibi. Senaryo aynı, aktörler farklı...

Bugün Iraklı, Libyalı, Suriyeli kime sorarsanız sorun o dönemde ülkesine böyle bir tuzak kurulduğunu farketmemiştir, önemsememiştir. Saddam, Kaddafi veya Esad hayranları "Batı'nın yalanları" diye gülüp geçmiştir, karşıtları ise "Batı bizi demokrasiye ve özgürlüğe kavuşturacak" diye büyük umutlar beslemiştir küresel güçlere. Ambalaj "Arap baharı" değil miydi zaten?

Hayal kurmayı bırakın. Ne Batı bizi kıskanıyor, ne de demokrasi getirmek istiyor. Erdoğan'a insan üstü güçler yükleyip onu yalnız bırakarak gölgesinde nimetlenen riyakârlar da görmüyor gerçekleri, "Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin" diyenler de... Görenler de "söylesem ne değişir ki" diyerek susmayı tercih ediyor.

Emperyalistler, yani silahı üretip parayı yönetenler, tıpkı Saddam'ı gösterip Irak'a, Kaddafi'yi gösterip Libya'ya, Esad'ı gösterip Suriye'ye kurduğu tuzağı kuruyor bize. Hepiniz 2019 ve koltuk hesapları yaparken, 2018'de nasıl bir iklim oluşacağını ve bu iklimin kışından ülkemizi nasıl koruyacağımıza dair reçete üretemiyorsunuz. 

Tüm bu süreci tersine çevirmek için Erdoğan dahil hiç kimsenin elinde sihirli değnek yok. Bugün anlattıklarınızdan başka hikayeniz ve bahaneleriniz de... Onun için devekuşu gibi kafanızı kuma gömmeyi tercih ediyorsunuz. BOP'ta hedef ülke olma sırası Türkiye'de anlamıyor musunuz? Emperyalizme karşı tek vücut olmaktan başka yol kalmadı, bu kadar mı körsünüz?