Değerli okuyucularım. Bugün üç gün sürecek olan bir diziye başlıyorum. Üç gün boyunca Yemen ve Yemen'in Anadolu insanının yüreğindeki yansımalarından söz edeceğim. Yarın ve yarından sonraki gün yazıma tesadüf edenlerin konuya bütün olarak bakmaları dilerim. 
Rumeli'den özellikle Edirne ve Selanik gibi Türk illerinden kura ve redif taburları ile on binlerce Türk evladı, okuldan yeni mezun olmuş genç subaylarla hareket etmişler, ama hiç birinden haber alınamamıştı. 
Anadolu'dan giden askerlerin dramı yolculukta başlamıştı. Bir isyan çıkarabilirler endişesi ile bunlar İstanbul'a sokulmamışlar, aylar süren yaya yolculuğu ile ya doğrudan doğruya Arabistan'a, ya da İzmir'e kadar süren yolculuktan sonra, vapurla Mısır, Süveyş ve Yemen'e ulaşabilmişlerdi. 
Adının yalnızca Âşık Hasan olduğunu bildiğimiz bir Anadolu delikanlısının Yemen yolculuğunu anlatan yüzlerce kıtalık destanından bir dörtlük aktararak bu yolculuğun çetinliğine ışık tutmak istiyorum:

Felek siyah yazdı beyaz yazımı 
Gam u kasavetle örttü gözümü 
Babasız bıraktı körpe kuzumu 
Yaradan Hüda'dan geldi ne çare...

Hiç bahar görmedim bülbül ötmedik 
Bize denir muradına yetmedik 
Üç yavru var henüz tüyü bitmedik 
Dideler yaş ile doldu, ne çare... 

Mecitözü'ne geldik öğle vaktında 
Herkes siyahlığın buldu bahtında 
Gözümüz kalmadı Hünkâr tahtında 
Hasretlik hatıra geldi, ne çare... 

Cuma günü dâhil olduk Çorum'a 
Nihayet yok efkârıma, zarıma 
Can daraldı sığmaz oldu derime 
Gam hançeri bağrımı deldi, ne çare... 

Zabitan olanlar sence gider 
Kimi göğsün döğer, kimi ah eder
Bizi Sungurlu'ya götürdü kader 
Mekânımız mescit oldu, ne çare... 

Nice sıkıntılar çektik yollarda 
Ahvalimiz destan oldu dillerde 
Her gece çadır kurduk çöllerde 
Felek bizi yola saldı ne çare... 

Ankara'ya kuşluk vaktinde erdik 
Dizilmiş kara treni de gördük 
İkişer olduk da içine girdik 
Ayağımız yerden çekildi, ne çare... 

Bir merak var herkesin yüzünde 
Biz de kaldık şimdi derya yüzünde 
Yalan yoktur bu Hasan'ın sözünde 
Griftar-ı gurbet oldu, ne çare... 

Yemen'in her taşı toprağı Türk kanı ile ıslanmıştır. İşte bunun içindir ki, halk edebiyatımızda, hıçkırık dolu birçok türküde, destanlarda Yemen yaşamaktadır. Bu türküler, hasretin yankısı, ihtiyar anaların, babaların, gelinlerin hıçkıran sesidir. 
Bu türkünün sözleri 1. Dünya savaşında Yemen'e giden askerlerin ağzından söylenmiş: 

Eğil dağlar eğil, üstünden aşam 
Yeni talim çıkmış varam alışam 
Ölmeden yârime bir daha kavuşam
Aldılar yârimi elimden uyan, uyansın 
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın. 

Gümüş cezvelerim kaynar ocakta 
Yemen çöllerinde kaldım sıcakta 
Altı aylık yavrum kaldı kucakta
Aldılar yârimi elimden uyan, uyansın 
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın

Yine Doğu Anadolu'da yakıldığı sanılan bir başla Yemen türküsünün sözleri de şöyle: 

Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var 
Bir çift kundurası; bir de fesi var. 
Ano Yemen'dir, gülü çemendir 
Giden gelmiyor acep nedendir? 

Yemene ilişkin türkülerimiz biter gibi değil. Yarınki yazımda bu türkülerden örnekler vermeyi sürdüreceğim.