Nasıl yazarsanız yazın, nasıl söylerseniz söyleyin dört şehidi hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Onulmaz ve sonsuz bir acıya sahip oldu o çocukların aileleri. Günler uzadı, geceler uzadı ve uzamaya devam edecek. Ne yapsalar zaman farklı akacak. Günler bitmeyecek, geceler bitmeyecek, yolculuklar bitmeyecek. Uykuları uyku olmayacak. Kabullenmeyecekler. İnanmayacaklar. Her köşe başından çocukları çıkıverecekmiş gibi gelecek onlara. 

Bayramları acı içinde olacak. Anneler günü, babalar günü acı içinde olacak. Düğünleri düğün olmayacak örneğin. Kavuşmaları hep eksik kalacak. Ne yapsalar, ne etseler o günden öncesine dönemeyecekler. Hatta o noktadan öncesinde bir yaşamları olduğunu unutacaklar. Gidip bir mermere dokunacaklar. Ne kadar kalsalar yetmeyecek. Ne kadar seyretseler o mezarı doyamayacaklar. 
Ölüm asla tek başına değildir. Giden kişi hep kendinden fazlasını götürür öbür tarafa, toprağın altına. Ne desek boş, ne desek gereksiz, ne desek yetersiz. İster yazıyla, isterseniz rakamla söyleyin ölenlerin sayısını hiçbir şey değişmeyecek.
Unutacaksınız. Adlarını önce. Unutmak ne demek; anlamayacaksınız bile. Sadece dört rakamı birkaç dakika, birkaç saatliğine yer bulacak aklınızın en çalışmayan, en kullanılmayan köşelerinden birinde; sonra unutacaksınız. Okeyde gelmeyen kırmızı beşli kadar yer işgal etmeyecek dört şehidin haberi aklınızda. 

Utanmak sözcüğü başka anlamlar ifade edecek ve utanmayacaksınız bu ülkenin çocukları öldürülürken. 
Sokaklar akacak, zaman akacak. Noktalar, virgüller en uygun yerlere konacak. İşe gideceksiniz. Mini etekli sekreter kıza bakacaksınız. Düğünleriniz, dernekleriniz olacak. Birilerinde zamanın durduğunun farkına bile varmayacaksınız. O insanlardan biriyle bazen yan yana geleceksiniz. Evet; iş dönüşü otobüste yanınızda oturan kişi olacak o. Hani camdan uzun uzun dışarıya bakmasından tedirgin olduğunuz ve hemen düşünmekten vaz geçip unuttuğunuz kişi var ya; o işte. Anlasanız ve ya bilseniz kim olduğunu, neler yaşadığını mutsuz ve tedirgin olmamak için başınızı çevirecek, uzaklaşacak, çoğu zamanda görmezden geleceksiniz.

İster yazıyla söyleyin, isterseniz rakamla; ne bazı isimler yakışacak ağzınıza ne de bazı rakamlar. Kendi kabuğunuz içinde, renksiz ve alelade yaşamınızın kapılarını bir deniz hayvanı gibi kardeşlerinizin suratına kapatacaksınız.

Dört (4) vatan evladı öldürüldü. Dört genç insan. Utanmadınız bile. Hem neden utanacaksınız ki? Bu ülke insanlarını hiç kendinizden görmeyi başaramadınız. Her şey sizden uzak, hiçbir şey dokunmuyor size, zaten en çok okeyde gelmeyen kırmızı beşliye içleniyorsunuz. Ama bu ülkenin çocukları öldürülüyor. Çivilenmiş tabutlarla getiriliyorlar evlerine. Anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri, çocukları parçalanmış yüzlerini, kopmuş ellerini, bacaklarını görmesinler diye.

Ne söylesem eksik. Ne kadar susarsam susayım utanç verici. Hiçbir şey gelmiyor elimden. Bir-iki dua belki, bir-iki dilek. Bir de utanarak yazdığım bu sözcükler. Çocuklarımız öldürülüyor farkında mısınız? Bu yangın büyüyecek farkında mısınız? Daha çok canımızı yakacaklar farkında mısınız? Bu dünya üzerinde tek bir savaş vardır; insanlığın emperyalizm’e karşı verdiği savaş farkında mısınız?
Ateş düştüğü yeri yakar cümlesini her kurduğunda, her duyduğunda seviniyorsun ya ateşten uzak olduğunu sanarak; o ateş varsa, devam ediyorsa mutlaka sana dan ulaşacak. Yakacak. Kavuracak. Geleceğini alacak elinden. Acımasız ve muğlak bir zaman parçasına bırakacak seni. Bazı acılar hepimizin Araf’ı olacak.

Utanmak çok insani bir duygudur. İster yazıyla söyle şehit sayını istersen rakam ama ne olur azıcık utan. Bu ülkenin çocukları öldürülüyor, ne olur azıcık utan.  Azıcık.