Geçtiğimiz günlerde ekonomi sayfalarında kaybolan ilginç bir haber vardı. İlginç olduğu kadar da trajikomik…
Habere göre Ege ve Akdeniz sahillerine lüks yat akını başladı.
Amaç Türkiye’de tatil yapmak değil, ülkemize ayak bile basmıyorlar.
Türkiye’den yakıt alıp yollarına devam ediyorlar. 
Türkiye, dünyanın en pahalı benzinini kullanan ülke değil mi, nasıl oluyor da yabancılar Türkiye’den yakıt alıyor diye sorabilirsiniz…
Doğrudur, Türkiye, dünyanın en pahalı benzinini kullanıyor. Ama bunu garibanlar kullanıyor.
Zengin yat sahipleri bunu ucuz yolla alabiliyor. Çünkü milyonlarca dolar değerindeki yatlardan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) alınmıyor. Biz mazotu yaklaşık 6 liradan alırken, yerli ve yabancı lüks yatlara mazot ÖTV’siz 3,85 TL’den satılıyor.
Gariban çiftçi, patates soğan ekerken kullandığı traktörüne ÖTV ödeyerek mazot alıyor ama Türkiye’ye ayak bile basmayan yabancı yatlar, bu vergiden muaf tutuluyor.

Son olarak Marmaris'e gelen Amerikalı milyarder Lawrance Stroll'a ait Faith adlı yat 6 tankerle 200 ton yakıt aldı Yakıt için litresi 3.85 TL'den 770 bin lira ödedi. Aynı yakıtı çiftçi traktörü için almış olsaydı, yaklaşık 1 milyon 200 lira ödeyecekti.
Türkiye’de güya balıkçılığı teşvik etmek için ÖTV alınmıyor. Ancak balıkçılar dışında herkes bu haktan yararlanıyor.
Milyon dolarlık yatlar için ÖTV alınmaması hangi akla hizmettir?
Türkiye bu kadar zengin bir ülke ise niçin Türk vatandaşlarına bu hak tanınmıyor?
Türk vatandaşlarına esirgenen bu hak niçin elin zenginlerine veriliyor?
Çiftçi mazotu ucuz alamadığı için üretim yapamıyor veya ürettiğini pahalıya mal ediyor.
Çiftçi üretemeyince dışa bağımlı oluyoruz. Fiyatlar sürekli artıyor.
Patatesin 5 lira, soğanın 6 lira, yaz ortasında domatesin 7 lira olmasının sebebi biraz da bu değil mi?
Yabancı yatlara tanınan bu imkân niçin en azından çiftçilere tanınmaz?
Türkiye’de kapitülasyon var da bizim mi haberimiz yok…

*****

Aç gözlülük

Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu. Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı, bu gariban adamla ilgilendi ve adama; “Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim” dedi.
Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı. Hükümdar balıkçıya; “Ne yapalım, şansın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı” diyerek alıp saraya götürdü.
Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti. Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar. Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu. Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin on misli üzerinde altın koydular, kemik yine bana mısın demedi.
Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu. Bunda bir sır olduğunu anladılar.
Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular. Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu.
“Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur. Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz. Çünkü açgözlü doymaz. Ama bir avuç toprak bunu doyurur.”
Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydular ve anında terazinin dengesi değişti.

 ***
TEBESSÜM

Trafik kazası

Polise bir trafik kazası ihbarı gelir. Temel ile Cemal kaza yapmıştır.
Polis kaza yerine geldiğinde bakar ki, arabalar sapa sağlam. Temel ile Cemal’in ağzı burnu dağılmış.
Trafik polisi merakla sorar.
- Temel anlat bakalım, kaza nasıl oldu?
- Memur bey, hava sisli olduğu için kafamı arabanın penceresinden çıkarmış öyle gidiyordum. Meğerse Cemal de karşı şeritten öyle geliyordu…

*****
GÜNÜN SÖZÜ

Hayat üç bölümdür; dünyayı değiştireceğini sandığın, değişmeyeceğini anladığın ve dünyanın seni değiştireceğine emin olduğun…
J. P. Sartre