Ülke ve toplum olarak yasakları çok seviyoruz…
Önce ailede başlıyor yasaklar…
Kendi çocuklarımıza neredeyse her şeyi yasaklıyoruz…
Çocuğun yapmak istediği her şeyi yasak diye engelliyoruz.
Çocuğun her şeyi almasına, her şeyin yapmasına izin vermek tabii ki mümkün değildir.
Yasaklamak yerine neyi, niçin yapmaması gerektiğini anlatmak daha doğru değil mi?
Bir şeyin kötü ve zararlı olduğunu öğrenirse yasaktan daha etkili olur.
Yasak sadece çocuklara mı, ailede herkese yasak var…
Televizyonun yaygınlaşmaya başladığı 1980’li yıllarda, bazıları göğsünü gere gere “Ben evime televizyon sokmam” diyordu…
Gerçekten o kişiler, eve televizyon almıyorlardı…
Ama onların çocukları kendi evlerinde durmuyor, televizyonm olan evlerden çıkmıyordu…
“Evime televizyon sokmam” diyenler de televizyon olan bir yere gittiklerinde, gözünü televizyondan ayırmazdı…
Şimdi ne mi oldu?
O gün “evime televizyon sokmam” diyen grupların tamamı televizyon kurdu…
Hepsi neredeyse her gün ayrı kanalda boy gösteriyor…
Varları yokları televizyon oldu…
Yasaklar sadece evle sınırlı olsa keşke…
Sokakta da, okulda da, işyerinde de hep yasak var…
Asılı her iki tabeladan biri yasakla ilgili…
Çimlere basmak yasak, girmek yasak, çocukların oynaması yasak…
Yasak, hep yasak…
Vaktiyle bir işyerinde çalışıyordum…
İşyerinin birkaç girişi vardı ve her girişte de güvenlik vardı.
Ama çalışanların bile sadece tek kapıdan girişine izin veriliyordu…
Diğer kapılar niçin vardı, hala anlamış değilim…
Yasakçı zihniyet ruhumuza işledi…
Gerekli gereksiz her şeyden bir yasak çıkarıyoruz…
Yasaklamak yerine insanları bilinçlendirmeli, özellikle çocuklara neyi niçin yapması ve yapmaması gerektiğini anlatmalıyız.
Kimi yasaklar da zaruridir…
Aşırıya kaçmamak şartıyla…
Her şeyin orta yolu evladır…
Aşırı yasakçı zihniyet çok tehlikelidir.
Her şeyi serbest bırakmak da yasak kadar tehlikelidir…
Yasakta da serbestliktede ölçüyü kaçırmamak lazım…

***

KAYNANALIK SANATI

Mehmet ile Handan öğrenci olup, aynı evi paylaşmaktadırlar.
Bir gün Handan ve Mehmet, Mehmet’in annesini yemeğe davet ederler.
Mehmet’in annesi akşam yemeği süresince Handan’ı uzun uzun süzer.
Aslında Handan’ın çok alımlı ve güzel bir kız olduğunu fark eder.
Oğlu Mehmet ile Handan arasında ev arkadaşlığından daha ileri boyutta bir ilişkinin mevcut olup olmadığını merak eder.
Aklını okumuşçasına Mehmet, annesine der ki:
- Ne düşündüğünü biliyorum ama emin ol ki sadece ev arkadaşıyız, ötesi yok.
Akşam yemeğinden sonra Mehmet’in annesi evine döner.
Aradan bir kaç gün geçer.
Handan der ki:
- Mehmet, annen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kâsesini bulamıyorum.
Mehmet şaşırır:
- Annemin almış olabileceğini
tahmin etmiyorum ama ben yine de kendisine bir mektup yazayım.
Oturur ve mektup yazar…
“Anneciğim; gümüş çorba kâsesini sen aldın demiyorum ama almadın da demiyorum. Fakat konu şu ki; sen bize yemeğe geldiğinden beri gümüş çorba kâsesi kayıp… Sevgiler. Oğlun Mehmet.”
Bir hafta sonra Mehmet’in annesinden mektup gelir…
“Sevgili oğlum;
Handan’la yatıyorsun demiyorum, ama yatmıyorsun da demiyorum. Fakat konu şu ki; Handan kendi yatağında yatıyor olsaydı, gümüş çorba kâsesini çoktan bulmuş olurdu. Sevgiler. Annen.”

***

TEBESSÜM

Sen Konuş

Temel'in otobüste cep telefonu çalmış. Açmış konuşurken, yolcular uyarmış; “Tabelayı görmüyor musunuz? Bu otobüslerde cep telefonuyla konuşmak yasaktır” diyerek. Temel de hemen telefonun diğer ucundaki arkadaşı Cemal'i uyarmış: - Ula Cemal, otobüsün içinde cep telefonuyla konuşmak yasakmış. Sen konuş ben dinliyorum!

***

GÜNÜN SÖZÜ

Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir. -Walter Lipmann