Net bir şekilde ortada duran bir gerçek var: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iktidarı döneminde yapılan yanlışların tamamını, yetkiyi bölüştüğü çalışma arkadaşlarına fatura ederek yeni kadroları devreye sokuyor. Bunu da hiç yüksünmeden ve kimilerine göre "itiraf" kimilerine göre de "yüzleşme" anlamına gelen açıklamalarla yapıyor. 16 Nisan referandumuyla kabul edilen Anayasa'ya göre elde ettiği yetkileri, OHAL çerçevesinde kullanarak 2019 sonrasında nasıl bir yönetim modelinin uygulanacağını da gösteriyor Cumhurbaşkanı. "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" adı konulan yeni dönemde, bakanlar milletvekilleri arasından seçilmeyecek. Cumhurbaşkanı, bakanları direk atayacak, görevini gerektiği gibi yapmadığına inandığını tek imzayla değiştirebilecek. Önceki gibi "kabine değişikliği" kararnamesi hazırlanmayacak, tek tek değişiklik yapılabilecek. 

Peki ya yerel yönetimler?

Yeni sistem, yerel yönetimler için aynı yetkiyi vermiyor Cumhurbaşkanı'na. Seçilmiş belediye başkanı, eğer bir soruşturma sonucu görevden alınmazsa 5 yıl boyunca yasaların kendisine verdiği tüm yetkiyi özgürce kullanabiliyor.

Cumhurbaşkanı, çalışma şeklini, icraatlarını beğenmese de, genel başkanı olduğu partinin belediye başkanını bakanları kadar kolay değiştiremiyor. Ya bugün izlediğimiz gibi istifaya zorlanacak belediye başkanı, ya da İçişleri Bakanlığı devreye girecek. "Suç" isnat edilecek, soruşturma açılacak, yargılama yapılacak, hüküm giyecek ki, belediye başkanının koltuğu altından çekilebilsin. Bu örneği Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak'ta yaşadık. Hiç de kolay olmadı.
İstifa yöntemi de o kadar da kolay işlemiyor. Kadir Topbaş, "ince" sitemlerle koltuğunu sorunsuz devretti ama Bursa ve Ankara'da aynı kolaylığı yaşamadı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti yönetimi. Melih Gökçek'in bırakmamak için "mübah" her yolu denediğine şahit olduk. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe de kolay bırakmadı. İstifa açıklaması "Neden bıraktığımı ben de bilmiyorum. Ama çatışmamak için bırakıyorum" anlamı taşıyordu. Her iki yöntem de büyük siyasi riskler barındırıyor. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Partimin bakanını değiştirebildiğim gibi, belediye başkanını da değiştirebilmeliyim" diyor açıkça. Önümüzdeki yerel seçimlerde belediye başkanlığına aday olmayı düşünenler, talimat geldiğinde sorun çıkarmadan istifa etmek zorunda olduğunu da biliyor artık. 

Turgut Özal'ın, bakan yaptıklarından tarihsiz istifa yazısı alması gibi bir yöntem de sözkonusu olabilir yeni dönemde.

* * * 

OHAL sayesinde, "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin demosunu yaşıyoruz. Tüm riskleri Cumhurbaşkanı Erdoğan alıyor. Yetki de, siyasi güç de şahsında toplandığı için tüm olumsuzlukların sorumluluğu da Cumhurbaşkanı'nda OHAL'in ilanından itibaren.

Performansı beğenilmediği için görevden alınan bir bakanın yapamadığının veya yanlış yaptığının faturası da artık Cumhurbaşkanı'na çıkacak, çıkıyor da. Belediye başkanları için de benzer bir durum yaşandığı için Erdoğan, sorunlu gördüğü yerlerde "değişime" gitme ihtiyacı duydu.

Fakat ya gelen gideni aratırsa ne olacak? İkinci bir değişim, üçüncü bir değişim bir sonraki seçimde nasıl bir sonuç doğuracak? Bunları yaşamadan görme şansımız yok.

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan, tam bu sorulara cevap verir tarzda açıklamalar yapıyor. İstanbul'a ihanet edildiğini, bu ihanette kendisinin de sorumluluğu olduğunu net bir şekilde açıklayarak "Hatalarımızla yüzleşiyoruz" mesajını vermeyi yeğliyor.

Peki ya orkestrasında yer alanlar?

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, daha önce çok "dobra" açıklamalar yaparak dikkat çekmişti. "En fazla yolsuzluk imar işlerinde oluyor" diyerek arı kovanına çomak sokacağı beklentisi doğurmuştu. Söylediği eksik de olsa doğruydu. Peki ya bu çarkı bozacak eylemler yapıldı mı? Cevabını siz verin...

Önceki gün Bakan Özhaseki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "samimi sözlerini" tashih etme ihtiyacı duydu. "İstanbul'a en büyük kötülüğü CHP yaptı" dedi. Elbette kendince bu sözlerinin altını doldurmaya çalıştı. Ardından, İstanbul'da beklenen büyük depreme hazırlığın ancak 15 yılda yapılabileceğini açıkladı...

Benim açımdan hayâl kırıklığı oldu bu.

İstanbul'u, 27 Mart 1994'ten bu yana, yani 23 yıldır Recep Tayyip Erdoğan ve sonrasındaki ekibi yönetiyor. O zaman İstanbul'da kaç gökdelen, kaç AVM vardı? İstanbul'un yeşil alan miktarı ne kadardı, şimdi ne kadar? Merkezi iktidarın da Recep Tayyip Erdoğan ve ekibine devredildiği 2002'den bu yana, yani 15 yıl içerisinde İstanbul'u depreme hazırlamak için gerekenler neden yapılmadı? İnşaat yapmayı "medeniyet", gökdelen yapmayı "modernite" sayan zihniyete nasıl teslim olduk?

Daha can alıcı bir soruyla toparlayalım:

İstanbul'a ihanet edenler hesap vermeyecekse, ihanetin açtığı tahribat nasıl giderilecek? Mahkeme kararlarını, hukuku, imar planlarının çizdiği sınırları hiçe sayarak yapılan "ucube" binalar ne olacak?

Mesela, Zeytinburnu'na yapılan 16/9 kuleleri, mahkeme kararı uygulanarak yıkılacak mı? Mahkeme kararını uygulamayanlar hakkında yasal süreç başlatılıp "Hukuku çiğneyeni, çiğner geçeriz" dönemi başlatılacak mı?

İstanbul'un sorunları çok, çözümleri de karmaşık. Biz, İstanbul'un tek şehir gazetesi olarak bu sorunları çözülene kadar gündemde tutmakla sorumluyuz. Şehri yönetenler de çözmekle...