Üniversite yerleştirme sonuçları açıklandı. 
Üniversite yerleştirme diyorum, çünkü sınav sistemi ile o kadar çok oynandı, o kadar değiştirildi ki neyin ne olduğunu uzmanlar bile karıştırıyor.
2 milyon 265 bin 844 aday üniversiteye yerleşebilmek için başvurdu...
Sınavda başarılı olup tercih yapma hakkı kazanan 1 milyon 846 bin 880 adaydan 994 bin 766 öğrenci tercihte bulundu. Üniversitelerdeki 910 bin 671 kontenjandan 696 bin 241'ine yerleştirme yapıldı.
Lisans programlarında 50 bin 817, ön lisans programlarında ise 163 bin 613 olmak üzere 214 bin 430 kontenjan boş kaldı.
Başka bir deyişle ortalama dört kontenjandan biri boş kaldı.
Boş kalan kontenjanların özel üniversitelerde olduğu düşünülebilir. Ancak devlet üniversitelerinin lisans programlarında 26 bin 967, ön lisans programlarında 127 bin 682, vakıf üniversitelerinin lisans programlarında 16 bin 40, ön lisans programlarında 33 bin 185 kontenjan boş kaldı. Yani boş kalan bölümlerin büyük çoğunluğu devlet üniversitelerinde...
Bir milyon 846 bin öğrenci tercih yapıyor. 696 bin öğrenci yerleşiyor, 214 bin kontenjan boş kalıyor...
Bu işte bir gariplik yok mu?
Anne babalar çocuklarını bir üniversiteye yerleştirebilmek için varını yoğunu ortaya koyuyor.
Öğrenciler bir yıl, hatta birkaç yıl gece gündüz demeden çalışıyor.
Buna rağmen üniversiteler boş kalıyor...
Bunun anlamı şudur; bazı üniversiteler anne babalara da öğrencilere de güven vermiyor...
Her şehre, neredeyse her kasabaya üniversite açılıyor... 
Ancak altı üstü boş, teknik ve fiziki donanımı bulunmayan binalara tabela asmakla üniversite olmuyor...
Hatta birçok üniversitede alanında uzman öğretim görevlisi bile yok... Ortaokullardaki ücretli öğretmenler gibi dışardan gelenler ders anlatıyor. Çoğu yerde ders anlatacak kimse bulunmuyor...
Sıradan bir bakkal veya lokanta açılırken bile yatırım yapılır, eleman bulunur, yetiştirilir...
Siz üniversite açıyorsunuz, sadece tabela var...
Yeterli kadroyu kurmadan, teknik alt yapıyı oluşturmadan üniversite kurmak kimseye bir şey kazandırmaz...
Sadece gençlerin hayallerini yıkarız...
Çok üniversite, çok kontenjan değil... Kaliteli üniversite önemli...

***

Çok geç diye bir zaman yoktur

Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz; "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz?" dedi.
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu. Döndüm, yüzü iyice kırışmış yaşlı bir hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu;
 "Benim adım Rose, yakışıklı. 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?" dedi.
Güldüm... "Tabii" dedim.
"Hadi sarıl bana..." Öyle sımsıkı sarıldı ki...
"Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin?" diye şaka yaptım... Minik bir kahkaha ile cevapladı:
- Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım...
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık... Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum.
Sömestre boyunca Rose kampüsün gülü oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu.  İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. 
Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu. Sömestre sonunda, konuşma yapması için futbol  balosuna davet ettik... 
Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi:
"Ne kadar beceriksizim, değil mi? Özür dilerim. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz... Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?"
Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:
"Yaşlandığımız için, evlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz. Evlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın, mutlu olmanın ve  başarıya ulaşmanın sırrı; her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız olmalı mutlaka. Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz...
Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok... Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır. Eğer 19 yaşındaysanız ve hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşında olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır.
Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir. Asla pişman olmayın. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü...
Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır. Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır..."
Ders yılı sonunda Rose, yıllar önce başlayıp, hayat mücadelesi içinde  ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi.
Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü.
Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.

*****

TEBESSÜM

İmza
- Babacığım, karanlıkta yazı yazabilir misin?
- Sanırım yazabilirim. Ne yazmamı istersin?
- Karneme adını yazıp imza atar mısın!

****

GÜNÜN SÖZÜ

Lüzumsuz şeyler öğrenenler, lüzumlu şeylere kulak tıkamış olurlar. -Edmund Burke