Çoğu insanın sık sık tekrarladığı bir söz var; “Ben nereden bileyim, sabah yediğimi unutuyorum” diye…

Aynen öyle olduk.

Sabah yediğimizi unutmasak bile çok önemli şeyleri unutuyor veya umursamıyoruz.

Geçmişten ders çıkarmak, tarihten ibret almak şöyle dursun, olanları hemen yok sayıyoruz.

Neredeyse her konuda geçmişi siliyoruz… Bir nevi unutkanlık hastalığı gibi…

Tarihimizi yok sayıyoruz, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini inkar ediyoruz…

Hadi o kadar da geriye gitmeyelim… Dün olanları bugün hatırlamıyoruz…

Türkiye, 1999’da büyük bir deprem yaşadı…

Aradan geçen 20 yılda birçok deprem daha oldu. Neredeyse her hafta küçük de olsa bir depremle sarılıyoruz.

Ama depremi bile unutuyoruz…

İstanbul’da 5.8 büyüklüğünde deprem oldu ya… En fazla bir hafta konuşuruz, yine eskiye döneriz... Deprem İstanbul’da olmasa bir hafta da konuşmazdık…

Deprem uzmanları neler yapılması gerektiğini uzun uzun anlatıyor…

Ancak tedbir yok, söylenenlerin hepsi lafta kalıyor… İcraat hiç olmadı, bundan sonra da olmayacak gibi…

Depremde en önemli husus iletişim… İstanbul’da 5.8’lik depremde hiçbir bina yıkılmadı ama iletişim çöktü… Telefonlar sustu…

Eğer 5.8 gibi bir depremde bile telefonlar çalışmayacaksa…

Bunun için ne tedbir alındı, insanlar nasıl iletişim kuracaklar? Buna ilişkin bir plan ve program var mı?

Depremde toplanma alanlarına inşaat yapıldığını herkes konuşuyor.

Haklılar da…

Bir tek sorun toplanma alanı mı?

Olası bir depremde kurtarma çalışmaları ile ilgili ne tür bir hazırlık var?

En önemli husus…

Özellikle İstanbul’da, Bakırköy, Beylikdüzü, Avcılar, Esenyurt, Bahçelievler ve Bağcılar gibi nispeten daha çok depremden etkilenecek bölgelerde hangi mantıkla devasa gökdelenler dikiliyor?

Normalde 5 kattan fazla inşaata ruhsat verilmiyor ama birileri nasıl oluyor da 40-50 katlık gökdelenler yapabiliyor?

Özellikle Esenyurt’un bazı bölgeleri gökdelen mezarlığına döndü…

1999’u da, dün yaşananları da unutmayalım…

Evlerimiz mezarımız olmasın…

*****

İkiyüzlü dünya

Namussuz koca, namuslu hanım istiyor.

Tembel öğretmen, çalışkan öğrenci istiyor.

Zina yapmış genç, el değmemiş kız istiyor.

Dürüst olmayan amir, dürüst memur istiyor.

Cuma farzdır diye kılanlar, aynı farz olan beş vakit namazı kılmazlar.

Çalışmak istemeyiz ama çok zengin olalım isteriz.

İnsanlar tarafından sevilmek isteriz ama biz kimseyi sevmeyiz.

Arabanın çarptığı çocuğa acıyoruz, internetin çarptığı çocuğa acımıyoruz.

Bakıyoruz, görmüyoruz. İşitiyoruz, duymuyoruz. Dokunuyoruz, hissetmiyoruz.

Çok konuşuyoruz, az iş yapıyoruz

Çok iş yapanlara söz vermiyoruz.

Kahraman bekliyor, birey olmuyoruz.

Öleceğiz, ölmeyecek gibi yaşıyoruz.

Faizi biz alır, kumarı biz oynarız ama suçu siyonizme atarız.

Okumayız ama duyduklarımızla milletin cahilliğinden bahsederiz.

Günah işlememek için değil, tekrar işlemek için tövbe ediyoruz.

Bilgimiz yok ama fikrimiz çok.

Artan iletişim cihazlarımızla beraber yalnızlaşıyoruz.

Artırdığımız paralarımızla fakirleşiyoruz.

Kendimizden, evimizden önce dünyayı değiştirmeye çalışıyoruz.

Başımızı kapatıyoruz ama diğer yerlerimizi açıyoruz.

Hanımımıza bakılmasın istiyoruz ama biz başkalarının hanımına veya kızına bakıyoruz.

Örtünüyoruz ama daha fazla görünmek için.

Giyiniyoruz ama çıplak olan taraflarımız daha fazla.

Okuyoruz ama diploma için.

Seviyoruz ama karşılık bekliyoruz.

İbadet ediyoruz ama yaptığımız ve yapacağımız kötülükleri telafi için…

Zekat veriyoruz ama ezerek böbürlenerek…

Her şeyi biz yapıyoruz. Suçu şeytana atıyoruz.

(Alıntı)

*****

TEBESSÜM

Su aygırı

Hakim sanığa sorar:

- Bu adamı niçin dövdün?

- Bana su aygırı dedi efendim.

- Ne zaman?

- Tam bir yıl önce.

- Ama sen onu yeni dövmüşsün!

- Ben hiç su aygırı görmemiştim, geçen gün gördüm de...

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Sabır boyun eğmek değil, mücadele etmektir.

Hz. Ömer (RA)