Kıtlıkla ilgili son günlerde farklı kaynaklardan bazı ülkelerin ne kadar gıda maddesi,  akaryakıt stokladıklarıyla ilgili yazılar çıkmaya başladı. Tarım ile ilgilenen biri olduğumdan ister istemez ilgimi çekiyor ve etkiliyor bu türdeki haberler beni. Salgın hastalık, kuraklık, dinmek bilmeyen rüzgarlar hayatımızın bütün evrelerini olumsuz etkiledi.

Hâl böyle olunca ister istemez insanımızın üretirken çektiği sıkıntılar ve nasıl soyulduğu geliyor aklıma.

Hiçbir hırsız sadece bir kişiden çalmaz. Hırsız bütün toplumdan çalar. Bir değeri, bir malı sahibinin rızası dışında almak hırsızlık olarak tanımlanıyor. Ben sizlere bambaşka bir hırsızlığı anlatmak istiyorum. Bir malın sahtesini ya da daha düşük değerde ürün katarak ucuz fiyata satışından doğan hırsızlık bu ülke insanlarının tamamını soymaktır.

Sahte bal üreterek insanların nasıl kandırıldığını gördük. Zeytinyağı diyerek ne olduğu belli olmayan yağlarla hem alan tüketici hem de üreten köylü aynı anda soyuldu. Bir kilogram zeytinyağını on dört/on beş lira gibi bir maliyetle üreten köylü ürününü on iki/on üç liradan satmak zorunda kaldı. Çünkü hırsızlık ve hırsızlar öyle artmış ki her alanda, her yerdeler.

Örneklemek gerekirse; piyasadan on iki/on üç liradan topladıkları yüz ton zeytinyağını kilosunu iki/üç liradan aldıkları dokuz yüz ton pamuk veya palmiye yağına katarak bin ton sahte zeytinyağı elde ettiler. En fazla üç liraya mal ettikleri sahte zeytinyağını on iki/on üç lira gibi bir rakamla piyasaya sürdüler. Maalesef her seferinde olduğu gibi olan kıt kanaat geçinmeye çalışan dar gelirliye ve tarlasından zeytinliğinden elde ettiği ürünle ayakta kalmaya çalışan köylüye oldu. İnsanlar piyasa fiyatlarını ve şartlarını aşamadıkları için maliyetlerinin altında ürünlerini satmak zorunda kaldı.

Kısaca çalan bir kişiden çalmıyor aslında. Hırsız hepimizden çalıyor. Çocuklarımızdan çalıyor, annemizin, babamızın ömründen, geleceğimizden çalıyor. Bu yıkımdan nasıl kurtuluruz, bu ahlak erozyonunu nasıl geri döndürürüz bilmiyorum. Sadece çaresizlik içimi yakmaya devam ediyor.

Sizler buraları görmüyorsunuz. Çarşıda, pazarda el yakan fiyatlara hayıflanıyorsunuz ve almaya devam ediyorsunuz. Ayrıca nasıl almayacaksınız evde tencereniz kaynamak zorunda. Buralarda kadınlar sabahın sekizinden akşamın altısına kadar kavurucu güneşin altın iki büklüm domates, biber topluyor. İnsanların gömlekleri terden ve tuzdan kaskatı oluyor akşama doğru. Altmış kuruşa zar zor sattığı domates buradan yola çıkıp sizin sofranıza dört/beş liraya geliyor. Domatesin bu yolculuğu sırasında birileri hem sizi hem de üreten köylüyü soyuveriyor.

Kirlenmek bir alanla sınırlı değil ki. Yaşamımızın her alanı bizi boğacak şekilde kirlenmeye devam ediyor. Nefes alamayacağımız yere doğru hızla yaklaşıyoruz. 21. Yüzyıla ait vahşilik her yanımızı sarıyor. Ufkumuzda kıtlık mı var, vandallar mı var, yoksa hepimiz kötülüğün köleleri mi olacağız bilmiyorum.

Buralar yukarıda saydıklarımdan kaçan insanlarla doluyor. İnsanlar kendilerini kirlenmeden korumak, ahlak erozyonundan kurtarmak için buralarda bir karış toprağa dişleriyle, tırnaklarıyla tutunmaya çalışıyorlar.

Sizlerle bir ön görümü paylaşayım; önümüzdeki yirmi yıl içinde ülkemizde köylü nüfusu neredeyse yok denecek seviyeye inecek asıl kıtlık ve işsizlik o zaman patlayacak.

Hırsızlık önlenmezse kalkınma olmaz, olması mümkün değildir. Çünkü hırsızlar laboratuvarda çalışan beyaz önlüklü bilim insanlarından da çalmaya devam ediyor. Fabrikada ter döken işçiden, doktordan çalmaya devam ediyor.

Herkesle, her şartta, her durumda rekabet edebilirsiniz ama hırsızla rekabet edemezsiniz.