Bir kesimin en büyük "fobisi" haline gelmiş, ne zaman konu açılsa "Türkiye İran oluyor" feryadı yükselmişti 90'lı yıllarda. Aslında Türkiye, yakın tarihinin en karanlık bölümlerinden birini yaşıyordu. 12 Eylül darbecilerinin, ambarda tutulan tohumları Diyarbakır Cezaevi'nde filizlendirdiği PKK, "üç beş çapulcu" diye küçümsenerek büyümüş, kısa sürede ülkenin bir numaralı sorunu haline gelmişti. Bu örgütün doğup palazlanmasıyla ilgili olarak Berlin Duvarı yıkılınca açılan Doğu Almanya istihbarat örgütü STASİ arşivlerinde araştırma yapan Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü yıllar... Mumcu, PKK ile CIA-MOSSAD bağlantılarına dair önemli belgeler elde etmiş, bunları yayınlama hazırlığı içerisinde bazı görüşmeler de yapmıştı. Hatta, dönemin İsrail elçisinin bu konuyla ilgili Uğur Mumcu'yu ziyaret edip uyarıda bulunduğu da yazılıp çizildi. Ve bir hazan sabahında arabasının kontak anahtarını çevirerek yok edildi Uğur Mumcu. Sahip olduğu, yeni elde ettiği tüm bilgilerle... Bugün İsrail'in bölgedeki en büyük destekçisi olan Suudi Arabistan'ın kurup sponsorluğunu yaptığı Rabıta örgütünün çarpıcı ağlarını da kitaplaştırmıştı. 
Uğur Mumcu'nun ölümünden İran ve siyasal İslamcılar sorumlu tutuldu dönemin muktedirleri tarafından. Zaten bu sonuca kolay ulaşılması için gereken taşlar döşenmişti soruşturma dosyasının yollarına...

"İrtica" cinayet işliyor, suikast yapıyor Türkiye hızla İranlaşıyordu bir kesim için. Mumcu, bugün lanetlenen, o dönemde muhafazakâr kesimin gözde teşkilatlarından olan FETÖ'nün de ABD'nin "siyasal İslâm" projesi olduğunu anlatıyordu. Uğur Mumcu'nun ölümü hiç bir zaman gerçek anlamda aydınlatılamadı. Tıpkı, 90'lı yıllarda işlenen diğer cinayetler gibi. ABD'nin bölgedeki "kirli işlerini" açığa çıkarmaya dönük çıkışlar yapan ya da yolunu tıkayan kim varsa birer birer "kaza kurbanı" ya da sözde İslâmcı terör kurbanı oluyordu...

* * * 

Bugünleri görünce, o günlerde açılan yollarla, yapılan alan temizliğiyle nereye varılmak istendiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Şimdi hiç kimse Türkiye'nin İran olacağı iddiasında değil. İslâm adına kafa kesen, adam yakan, tecavüz ve yağmalarla dinin en temel yasakları ile insanlığa dair tüm değerleri ayaklar altına alanlarla tanıştı dünya. Küresel adı, El Kaide, IŞİD-DEAŞ vs., yerel olarak da Boko Haram, Ahraru'ş Şam, El Nusra gibi değişen ama aynı merkezden yönlendirilen bir ağın parçaları olan örgütler görmeye başladık. Asrın "asimetrik savaş" yöntemi olarak kullanılan terörün "dini versiyonu" halindeki örgütler. Etnik temelli terör örgütleri ile mezhebi tanımlarla kendilerine alan açan örgütlerin aynı merkezden beslendiğini de net bir şekilde görmek mümkün artık. Yeter ki, biraz dikkatli ve hafızayı tazeleyerek bakmasını bilelim.
"İslâmcı" geçinen terör örgütlerinin sponsoru Suudi Arabistan ve Vahhabi çetesiydi. Şimdi PKK'nın Suriye koluna dolar yağdıran da Suud yönetimi. Bu terör örgütlerini o yıllarda "perde arkasından" yönlendiren ülkeler artık kartlarını açık oynuyor. Sözde demokrasi için işgal ettiği Irak topraklarında Barzanistan'ı inşaa eden, ordusunu kuran ABD, aynı planı şimdi Suriye'de yürürlüğe koydu. Saddam'a karşı yerel güçlere "petrodolar" yağdıran Suudi Arabistan, şimdi Suriye'nin parçalanması için hiç bir fedakârlıktan kaçınmıyor. 

Uyduruk Vahhabi-Selefi zihniyetine sahip olmayan herkesi "İslâm dışı" sayan bir din anlayışı, ABD-İsrail-İngiltere eliyle Sünni İslâm olarak empoze ediliyor tüm dünyaya. Ne yazık ki buna, Sünnilerin hiç bir itirazı yok. Akışı değiştirme çabaları da...

* * *

İngilizlerin, Vahhabi işbirlikçi aşiretlerle birlikte Osmanlı'dan kopardığı topraklara kurulan İsrail'in güvenliği, ABD ve küresel çete için birincil öncelik haline geldi soğuk savaş sonrası. İsrail'in bölgedeki yayılmacılığının önündeki güçlü engeller oluşturacak ülkeler belliydi: Saddam'ın başında olduğu Irak, Kaddafi'nin başında olduğu Libya ve Esad'ın yönettiği Suriye... Evet, üç lider de "diktatör" gibi yönetiyordu ülkesini. Soğuk savaş yıllarının kalıntısı BAAS ideolojisi hakimdi bu ülkelerde. Saddam Hüseyin'i, ABD ve İsrail adına İran'la savaşmak da kurtaramadı. Kaddafi'nin ayakta kalmasına, Arap dünyasına "Bir gün sıra size de gelecek" haykırışı da yetmedi.
Suudi Arabistan, BAE, Katar gibi ülkeler, içerisinde yaşayan halkın değil, İngilizlerin Osmanlı'ya karşı işbirliği yaptığı sülalelerin tapulu malları. İçerisinde yaşayan halk da onların beslemeleri...

Şimdi ABD öncülüğündeki küresel çete İsrail'in güvenliği için İran'ı hedef alıyor. Tıpkı Irak, Libya gibi tüm gücünü yitirmiş zayıf bir ülke olması için BM'yi de devre dışı bırakarak "haydut"luk yapıyor.

Amaç, terörist ve ırkçı devlet İsrail'in önündeki son köklü gücü de yok etmek. Bu arada Suud sülalesi İsrail'in güdümüne girdiğini de kabul etti. 
Türkiye hiç bir zaman İran olma tehlikesi yaşamadı. Ama ABD ve İsrail, amacına ulaşıp İran'ı da çökertirse işte o zaman sıra Türkiye'nin de İran, Irak, Libya, hatta Suriye olmasına sıra gelmiş olacak. Ve bunun için de maalesef, yine Osmanlı'yı çökertmek için kullandıkları Suud işbirlikçilerin besledikleri ile "Yunan orduları Hilafet ordularıdır" diyenleri kullanacaklar...