ABD, geçtiğimiz hafta vatandaşlarına Türkiye'ye seyahat uyarısı yaptı. "Dikkatli olun" kabilinden bir uyarı değil, resmen "Türkiye'ye gitmeyin" dedi.

Hemen ardından haber merkezlerine daha çarpıcı bir haber ulaştı. Almanya, Türkiye'deki tüm temsilciliklerini 3 Ekim'den 31 Ekim'e kadar kapalı tutacağını açıkladı. Yani, Amerika ve Almanya, Türkiye için "alarm" verdi.
Almanya, duyurusunda herhangi bir gerekçe öne sürmedi. Zaten ilişkilerimiz limoni olduğu için "diplomatik protesto" şeklinde algılandı Almanların kararı.

Fakat ABD detaylı bir uyarıda bulundu vatandaşlarına. Uyarıda, Türkiye'de 2016 ve 2017 yıllarında bir dizi "koordineli ve eş zamanlı terör saldırısı" düzenlendiğine dikkat çekilirken, "büyük spor ve/veya kültürel etkinlikler, turistik yerler, restoranlar, gece kulüpleri, ticari merkezler, ibadet yerleri ve havacılık hizmetleri, metro, otobüs, köprü, otobüs terminali ve deniz ulaşımı da dahil olmak üzere ulaşım noktalarında önceden herhangi bir uyarı olmaksızın yeni saldırılar"dan söz edildi.

Ayrıca, "Bu uyarımız Nisan 2016'da yaptığımız uyarının yerine geçerlidir" diye de not düşüldü. 

ABD'nin geçen yıl Nisan ayında yaptığı uyarının ardından terör örgütü DEAŞ, 1 Mayıs 2016'da Gaziantep emniyetine bomba yüklü araçla saldırmış, 3 polis şehit olmuş, 27'si polis 34 kişi yaralanmıştı. 

Örgütün 3 militanı 28 Haziran'da Atatürk Havalimanı'na ellerinde silahlarla baskın yapmış, yolcu salonuna kadar girmiş, silahla salonu taradıktan sonra canlı bomba yeleklerinin pimini çekmişti. Saldırıda 19'u yabancı uyruklu 45 kişi can vermiş, 239 kişi yaralanmıştı. 

DEAŞ'ın bu vahşetinden 21 gün önce, 7 Haziran'da PKK'lı teröristler Vezneciler'de polis servis aracının geçişi sırasında bomba yüklü bir aracı patlatmış, 7 polis şehit olmu, 4 sivil de patlamada vefat etmişti.

Kısaca, ABD'nin uyarısı boş çıkmamıştı. PKK ve DEAŞ yaygın olarak "canlı bomba" kullanıyor kitlesel katliam planladıkları eylemlerde. 2017'ye girdiğimiz saatlerde İstanbul'un eğlence merkezi olarak bilinen Ortaköy'de bir gece kulübünde katliam yapan DEAŞ militanı hariç tabii... O bir "yalnız kurt" misali, büyük soğukkanlılıkla silah dolu çantasını kucağına almış, toplu taşıma araçlarıyla Beylikdüzü'nden Zeytinburnu'na ulaşmış, sonrasında da Ortaköy'e kadar ticari taksiyle gelmişti. Sonrası malum...

* * *

ABD ve Almanya'nın geçen hafta yaptığı uyarılar elbette "tahmin" değil, istihbarata dayanıyor. 

Türk istihbaratının da elinde bazı bilgiler var ki, birçok yerde görünen-görünmeyen tedbirler alınıyor, DEAŞ'la irtibatlı olduğu tespit edilen hücre evleri basılıyor. Her basılan evden de "kum gibi" DEAŞ'lı topluyor polis. Tüm operasyonlar elbette MİT'le koordineli yapılıyor.

Irak'ta öldüğü duyurulan DEAŞ'ın kasabı Haydar Kerim, Ankara'da, bir başka militan da, uydu haritaları ve krokilerle İzmir'de yakalandı son birkaç gün içerisinde. 

Her iki militanın Ankara ve İzmir'e kadar gelebilmeleri bile büyük başarı. Bunu kolaylaştıran üzerlerindeki sahte kimlikler olabilir ama lojistik destek olmadan bu kadarını başarmaları da şaşırtmıyor değil insanı.

İstihbarat teşkilatı bu detaylar üzerinde de çalışıyordur mutlaka.

Rakka'da ABD'nin eğittiği Suriye PKK'sıyla çarpışmadan mevzilerini teslim eden örgütün çakma mücahitlerinin Türkiye'de neden eylem hazırlığında olduğunu siz de merak ediyorsunuz değil mi?

Merak etmeyin, sadece Türkiye'de değil, DEAŞ'la mücadelede ABD'nin ortaya koyduğu formüle tedbirli yaklaşan tüm ülkelerde eylem hazırlığında örgüt. 

DEAŞ'ın, Irak ve Suriye'de çil yavrusu gibi dağılırken "özel yetiştirilmiş" yabancı militanlarının Avrupa başta olmak üzere birçok ülkeye yayıldığına dair raporları "Petrol, para, silah ve terör" başlıklı yazımda anlatmıştım. "Yabancı militan" dediklerimiz, aslında belli ülkelerin istihbarat teşkilatlarının yetiştirip, DEAŞ'ta görevlendirdiği kadrolu elemanları. Ortadoğu paylaşımında masada rol kapma yarışındaki ülkelerin...

Alan hakimiyetini kaybeden örgütün bu "eleman"larının, ihtiyaç duyuldukça "yıkılmadık, ayaktayız" mesajı verecek eylemlere imza atacağını da yazmıştım.

* * *

Kehanet değildi bu. Eğer, DEAŞ'ın nasıl kurulduğunu, Irak ve Suriye'de nasıl yayıldığını perde arkasıyla takip ettiyseniz, Türkiye'de bile birçok "akil" insanın örgütü hafife aldığını da hesaba katıyorsanız bunları öngörmek zor değil. 

ABD ve Almanya durup dururken vatandaşlarını uyarmıyor. Türk istihbaratı ve emniyeti de mantar toplar gibi DEAŞ'lı toplamıyor.

İstihbarat örgütlerinin kadrolu terör örgütleri petrol yataklarında ve nakil hatlarında nöbet değişimi yaşarken, Türkiye'nin Tahran ve Bağdat'la yakınlaşması ve bu ilişkileri kurumsallaştırması kimlerin işine gelmez sizce? Hem de, ÖSO'yu İdlib'e sokup, DEAŞ'la arasında ince bir çizgi bulunan El Kaide uzantısı Selefi terör örgütleriyle savaşmaya başlamışken. ABD'nin Astana sürecini bir şekilde boşa çıkarmayı, başaramazsa tarafların başına "İslâmi terör" belası sarmayı deneyeceğini de göz önünde tutun.

Takvim Genel Yayın Yönetmeni Ergün Diler'in "Dini bir akımın merkezi şu an CIA'nın bölgedeki en önemli karargahı. 2 bin Suriyeli genç alındı eğitildi" sözlerini de hatırlatalım bu arada. Ve ekleyelim: 

Selefi-Vahhabi yapılanmayı içinde barındıran, cihadı "kafir öldürmek"ten ibaret sayan İngiliz uydurması hükümleri din diye sahiplenen grupları özellikle mercek altına almalıyız.