ABD, Türkiye’ye karşı “müttefik” gibi değil, “sinsi düşman” gibi davranıyor. Türkiye’nin son 40 yılını çalan terör örgütünü partner seçip, sözde DEAŞ’la savaşıyor. “Sözde” diyorum çünkü, DEAŞ’ın kurulmasında, gücünü ele geçirmesinde ve bugün kağıttan kaplan gibi darmadağın olmasında ABD’nin “kukla” ustalığı var. Zaten, DEAŞ’ın Suriye PKK’sı ile ciddi çatışmalara girdiği de söylenemez. Nasıl “İslamcı görünümlü” katiller sürüsü, Musul’u ve birçok bölgeyi “kolayca” aldıysa, yine fazla zorlamadan teslim ediyor. 

ABD, hem açık hem de gizli yollardan Suriye PKK’sını silahlandırmaya devam ediyor.

Bir yandan da, Türkiye’yi kıskaca alacak hamleler yapıyor ardı ardına. 

Rıza Sarraf ve Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’yı tutukladıktan sonra Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan için de tutuklama kararı alındı. “Dananın büyüğü ahırda” yorumlarına yolaçan 3 ayrı gizli dosyadan da söz ediliyor Rıza Sarraf’la bağlantılı olarak. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın korumalarının, göstericilere fiili müdahalesiyle ilgili olarak da “suç” dosyası oluşturuldu, 12 tanesine yakalama kararı çıkarıldı. ABD, Erdoğan’ın korumalarının kullandığı “yeni nesil” silahların satışını yapmama kararı aldı.

Bozulan Almanya ile ilişkiler de, Türkiye’nin “özel harekat” birimlerinin kullandığı silah satışının durmasıyla devam etti.

* * * 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Kurulu’na katılmak için gideceği ABD’de, Başkan Trump’la başbaşa görüşeceğini kaydetti. Peki, bu görüşme “çatallaşan” ABD-Türkiye ilişkilerini düzeltecek mi? Sarraf ve korumalar dosyasını etkileyecek mi? ABD’yi, PKK’yla ittifak yapmaktan geri alacak mı?

Hayır, hiç birisi olmayacak. Çünkü, “Kelin merhemi olsa kafasına sürer” misali, Trump kendi dertleriyle uğraşıyor. ABD Başkanı oldu, Beyaz Saray’a oturdu ama darbe üzerine darbe yiyor, seçtiği kurmayların büyük bölümünü feda etmek zorunda kaldı. İpler, Trump’un elinde değil, başka ellerde.

Çünkü ABD, 11 Eylül 2001’den bu yana, başkanın yetkileri yanında ABD’nin çok önemli bazı yasalarının askıya alındığı “Olağanüstü Hal” ile yönetiliyor. Bizdeki gibi, Başkan ve heyeti toplanarak KHK yayınlamıyor oradaki OHAL’de. Pentagon merkezli bir güç yönetiyor ABD’nin tüm dış politikasını, askeri hamlelerini... CIA ile zaman zaman bu yüzden “çatışma” içerisine giriyor ABD Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı bazı askeri birimler...

* * *

Açalım ABD’deki OHAL’i. Çünkü, bu çok önemli “nüans” farkı, ABD’nin yakın müttefiklerinin de eksenini değiştirdi. Birçok olayı, daha çabuk anlamamızı sağlayacak 11 Eylül 2001’de başlayan süreci iyi anlamamız.

New York’taki World Trade Center’e (Dünya Ticaret Merkezi İkiz Kuleleri) iki uçağın saat 09.03’te çarpmasının ardından Pentagon da saldırıya uğradı. Saat 10.00’u gösterdiğinde ulusal güvenlik, altyapının korunması ve terörizmle mücadele koordinatöro Richard Clarke “Yönetimin Sürekliliği Planı” nı yürürlüğe sokuldu. Bu plan, Başkan, Başkan Yardımcısı ile Meclis Başkanları hayatta ve görevlerini yerine getirmeye uygunken kullanılması öngörülen bir plan değildi. 

 “Yönetimin Sürekliliği Planı” ile ABD Başkanının sorumlulukları bir alternatif askeri otoriteye aktarıldı. Bu otorite, Başkan George W.Bush Jr.’a yetkilerini ancak gün sonunda devretti. Bu otoritenin kimlerden oluştuğu ve alabildiği kararlar bugüne kadar gizli kaldı. ABD Başkanı yaklaşık 10 saat yetkilerini kullanamadı, teknik olarak bu bir “darbe” ydi. O gün sabahtan itibaren yaşananlar, hem ABD’de, hem de dünyada yeni bir dönemin başlangıcıydı. Hiç birşey, artık eskisi gibi olmayacaktı...

* * *

ABD bugün hâlâ ABD Yurtseverlik Yasası (USA Patriot Act) ile yönetiliyor. 11 Eylül’deki darbeden 45 gün sonra, acilen kabul edilen bu metin, terörizmle mücadele hukukunun çerçevesini çiziyordu. Bu metin, saldırıdan önce iki yıllık bir sürede Federalist Cemiyet (Federalist Society) tarafından hazırlanmıştı. Metne sadece 4 parlamenter muhalefet etti. USA Patriot Act, terörizmle mücadele için ABD Anayasası’nın ilk 10 maddesinde “Haklar Beyannamesi” olarak ifade edilen ve devlete getirilen anayasal sınırlamaları askıya alıyordu. Böylece Federal Devlet toprakları dışında işkence uygulayabilecek ve halkına yönelik kitlesel olarak casusluk yapabilecekti. Bu daimi olağanüstü hal ilkesiydi ve ABD 16 yıldır işte USA Patriot Act’in geçerli olduğu OHAL’le yönetiliyor. 

USA Patriot Act’ı uygulamak için önce Anavatanın Güvenliği (Homeland Security) adlı yeni bir bakanlık kuruldu. Washington Post’un 2010 yılında yaptığı geniş çaplı bir araştırmaya göre, 315 milyon nüfusa yönelik casusluk yapmaları için en az 850 bin yeni memurdan yararlanan, siyasi polislerden oluşan bir düzeneğe sahip oldu federal devlet.

ABD dünyaya yeni nizam getirirken NATO üyesi Batı Avrupa ülkelerinin de “Olağanüstü Hal” uygulamalarına eşlik etmesini istedi. Obama, 2015’te Patriot Act’ın bazı uygulamalarını rafa kaldırmak için hamle yaptı. Ama bu sefer Avrupa’da DEAŞ terörü ardı ardına eylemler gerçekleştirdi. Fransa, halen devam eden OHAL ilan ederek ABD’ye ayak uydurdu. İngiltere de, MI6 ile bağlantılı isimlerin gerçekleştirdiği DEAŞ eylemlerinin ardından “adı konulmamış” bir OHAL’le güvenlik duvarlarını alabildiğince yükseltti... Bir tek Türkiye’de “OHAL” için DEAŞ değil, FETÖ devreye girdi ve 15 Temmuz yaşandı...

Türkiye-ABD ilişkileri, ipleri eline alamamış OHAL’le yönetilen ABD’nin Başkanı Trump’un tercihleri veya talimatları doğrultusunda değil, USA Patriot Act konsepti ve BOP’un “bilinen” hedefleri çerçevesinde yürüyor.

Erdoğan-Trump “yüzyüze” görüşmesine fazla umutla bakmayın, “ikiyüzlü” ABD politikasının değişmiyeceğini bilerek B, C ve hatta Z’ye kadar planlarınızı yapın derim...