Daha doğrusu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la telefonla yaptığı görüşmede Trump'un "PYD'ye (yani Suriye PKK'sına) artık silah vermeyeceğiz" sözü verdiğine inanalım mı? 

Bu kuşkulu cümleyi kurmamın o kadar çok sebebi var ki, tek tek sıralamaya gerek yok. ABD'li yetkililer diplomasiyi "yazılı" değil, "sözlü" yürüterek umutlar pompalıyor, ama saman altından su yürüterek sözlerini sonra inkar ediyor. Ya da, birileri bize "söz verdiler" diyor ama aslında o sözler verilmemiş oluyor. Birçok görüşmenin ardından yapılan açıklamanın, daha sonra Beyaz Saray yetkilileri tarafından yalanlandığını hepimiz hatırlıyoruz değil mi? Bu sefer de benzer bir durum oldu ve Beyaz Saray'dan yapılan açıklama ile Beştepe'den yapılan açıklamalar birbiriyle tam örtüşmedi.

Umarım, sadece "tercüme farkı"ndan kaynaklanıyordur.

Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a telefon etmesinden hemen öncesini hatırlayalım önce:

* * *

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ABD Başkanı Donald Trump, Vietnam'daki "petrol" zirvesinde bir araya geldi ve Suriye'de "siyasi çözüm" konusunda uzlaştıklarını açıkladı.

Birkaç gün sonra Rusya'dan Kuveyt ve Katar'a geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha Türkiye'ye ayak basmadan "Rusya, Türkiye ve İran, Suriye'de çözümü görüşmek üzere Soçi'de buluşacak" açıklaması geldi. Zirveden bir gün önce Suriye Devlet Başkanı Esad gitti Soçi'ye. Muhtemelen sadece Putin'le değil, Ruhani'yle de görüştü ve gayet mutlu döndü ülkesine. Üçlü zirveyi perde arkasından izlemediyse tabii...

Soçi zirvesinin ardından liderlerin yaptığı açıklamalara bakalım şimdi:

Putin: "Suriye halkının bütün kesimlerinin katılacağı bir toplantının yapılması konusunda mutabık kaldık."

Ruhani: "Suriye'de tarafların bir araya geleceği görüşmeye Rusya ve Türkiye ile beraber destek veriyoruz. Suriye halkı yakında ülkelerine dönebilecek."

Erdoğan: "Terörist grupların süreçten dışlanması önceliğimiz. Bir terör örgütüyle aynı çatı altında olmamızı kimse bizden beklemesin." 

* * *

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "terörist gruplar" diyerek PKK'nın liderliğini yaptığı Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) kastediyor elbette. Ama onun dışındaki grupların terörist olup olmadığına kimler, nasıl karar verecek? İşte asıl mesele burada. Rusya ve İran, zaten Suriye'deki ve diğer ülkelerdeki "silahlı" Sünni grupları "terörist" olarak görüyor. 

Trump'un kurmayları arasında bir grup ile Pentagon'da bir ekip, Müslüman Kardeşler örgütünü artık "terörist" sayıyor. Tıpkı Suudi Arabistan öncülüğündeki "Vahhabi-Selefi" çetesi ülkeler gibi. 

Hatta darbeci Sisi, Blackwater korumasındaki Suud'un Müslüman Kardeşler'e karşı desteğini sürdürebilmek için Mısır halkının tüm tepkisine rağmen Kızıldeniz'deki Tiran ve Sanafir adalarını Suudi Arabistan'a "hibe" etmişti.

(Mısır'da bir camiye yapılan ve 250'ye yakın insanın öldüğü saldırıyı da unutmayalım. Bu saldırı, bölgede yeni bir "algı operasyonunu" yönetmek için fazlasıyla zemin hazırlıyor...)

* * *

Gelelim tekrar Trump-Erdoğan telefon görüşmesine. 

Beyaz Saray'dan ve ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nden görüşmenin içeriğine dair yapılan açıklamalarda "PYD'ye silah verilmemesi" diye bir cümle yok. Ama "Liderler aynı zamanda, ABD'den askeri ekipman alımını da görüşmüşlerdir" ifadesi yer alıyor. Anlaşılan S400'ler yerine yeni silahlar pazarlıyor Trump bize. 

ABD, Çavuşoğlu'nun duyurduğu o sözü vermiş olsaydı da fark etmezdi. ABD bize birçok söz verdi ve hiç birini tutmadı. Ya da, ABD'nin bize söz verdiği ve tutmadığı söylendi...

Hatırlayalım... ABD'li yetkililer "PKK militanları Fırat'ın batısına geçmeyecek" sözü vermişti. PKK, Fırat'ın batısında Menbiç'te de var, Hatay'ın hemen kıyısında Afrin'de de. Hatta oralarda, ABD'nin verdiği zırhlı araçlarla, ağır silahlarla Türkiye'ye "taciz"lerde bulunuyor.

Süleyman Şah Türbesi, Suriye'yle yaptığımız anlaşma çerçevesinde "egemenlik alanımız" olan Menbiç'te değil bugün, PYD'nin hakim olduğu bölgeye taşındı. Geri dönüp dönmeyeceği, aynı yerde bayrağımızın 6 yıl önceki gibi dalgalanıp dalgalanmayacağı da belirsiz...

* * * 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Soçi'deki zirvenin ardından "kırmızı çizgimiz terör örgütü" diyor, Trump bu tutumu esnetmek için telefonla devreye giriyor... "Cenevre süreci" diye şerh düşüyor. 

ABD, bölgede PKK'dan devşirdiği "taşeron ordu" ile petrol kuyularını elinde tutuyor. Karanlık savaş şirketi Blackwater ise PKK'ya göz yumulmasını sağlamak için bölgede yeni tezgâhlar planlıyor...

ABD yargısı eliyle oluşturulan "baskı" arttıkça artıyor.

Şimdi tekrar ve daha açık soralım:

Pentagon ve CIA, Balkan ülkelerinden "silah kaçakçılığı" yapmaya ve o silahları Ortadoğu'ya yığmaya devam edecek mi?

PKK ve ABD'nin "otobüslere bindirdiği" IŞİD teröristleri nereye gitti? Türkiye'ye ne kadar "bomba eğitimi almış" IŞİD'li sızdı? PKK-IŞİD ittifakı, Türkiye'de de var mı?

İdlib'deki El Kaide unsurları için "siyasi çözüm" sürecinde nasıl bir formül uygulanacak? Bir yanı Azez'deki PKK, diğer yanı İdlib'deki El Kaide unsurları tarafından kuşatılmış Halep güvende mi?

Yalan olmuş, buharlaşıp gitmiş o kadar söz birikmiş ki dağarcığımda. Ben ABD'li hiçbir yetkilinin verdiği söze inanmıyorum. Soru çok, kuşku da... Ama hiç güven yok. ABD'ye de, verdiği sözlere de, verilen sözlere çabucak inananlara da güvenmem için geçerli bir tek sebep söyleyebilir misiniz?