Gün geçmiyor ki, başta doktorlar olmak üzere bir sağlık çalışanını saldırıya uğramamış olsun. Kınama nutukları atılmasın, demeçleri verilmesin. Sağlık çalışanlarına koruyucu yasal tedbirlerin alınacağına ilişkin siyasi vaatler yapılmasın.  

Nereden, kimden, kime gelirse gelsin sözlü veya fiziki hiçbir şiddet, saldırı kabul edilemez. Hele hele insan hayatının vazgeçilmez mesleklerinden olan sağlık çalışanlarına, öğretmenlere asla ve kata hoş görülemez. 

Dün Tıp bayramıydı. Bugünün yıldönümlerinde, doktorlarımıza övgüler düzen, doktorlu şiirlerle, şarkılarla, türkülerle bezenmiş çok yazı yazdım. Ama bu defa da yazsam mı, yazmasam mı diye düşündüm. 

Son üç haftadır bir devlet hastanemizde, (Adını saklamama gerek yok, Haydarpaşa Numune Hastanesinde)  ailece karşılaştığımız ve yaşadığımız o kadar üzücü olay oldu ki, hayal kırıklığına uğradık ve kırıldık. Elin adamı, hele de psikolojik rahatsızlığı varsa benim gibi boynunu bükmez, sabredemez yumruğu patlatır, düşüncesine kapılmadım dersem, yalan olur. Yine her doktorun ilk öğrenmesi gereken dersin insan psikolojisi ve haleti-i ruhiyesi olduğunu anladım. Duygularımın esiri olmaktan ve haksız olarak genelleme yapmaktan korktuğum için dün yazmadım. Genelleme yapamazdım. Çünkü, benim de ömrümde hayatımın kurtulmasına vesile olan doktorlar vardı. Anadolu'nun en ücra köşesinde büyük fedakârlıkla çalışan, başta doktor olmak üzere pek çok sağlık emekçisini yakından tanıyordum. 
Özel kızgınlığımı, kırgınlığımı bir yana bırakıp Tıp Bayramına gelelim: 

Bizde tıp bayramının ne zaman kutlanacağı, ya da hangi tarihle ilişkilendirilmesi gerektiği sorusu ancak yakın tarihimizde cevap bulabildi. Sultan II. Mahmut'un yenilikçi hareketleri sonucu, hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin de katkılarıyla batılı anlamda ilk tıp mektebi olan, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağı'nda kuruldu. Bu şekilde, tıp tarihimizde 14 Mart yerini aldı.

İlk tıp bayramı 14 Mart 1919'da, işgal altındaki İstanbul'da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmıştı. Tepkilerini bu şekilde dile getirmeye çalışan öğrencilerin bu törenine Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar (Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katılmıştı.
Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları,  içinde bulunduğu haftayı da kapsadı. "Sağlık Haftası" olarak kutlanmaya başladı. 
Başta da sözünü ettiğim gibi, hastaların, hasta yakınlarının hekimlere, hemşirelere, kısacası sağlık emekçilerine gösterdiği şiddetin elbet, hiçbir şiddet türü gibi savunulur bir yanı yok. İçlerinde parayı kutsal bir değer gibi görme müptelası olan doktorlar çıkabilir. Bu müptelalık, bulaşıcı bir hastalık gibi hastane paspasçısına kadar geçmiş olabilir. Özel yerlerde özel hasta kimliği kazanmamış olanların yüzünü bakmamayı kural edinmiş olabilirsiniz. 
Gün gelir bir türkü halkın söyleyip de söyleyemediği duygularını yansıtır. Dilden dile söylenir. Para hırsını Hipokrat yeminin üstünde tutanların kulaklarına küpe, yüzlerine şamar olur.  Mahsuni Şerif'in dizelerindeyiz:  

"Berçenek'ten yaya geldim
Amman doktor bak bebeğe
Beşiğini elden aldım
Yandım doktor bak bebeğe

Yıkık yuvam kara yasta
Yalvarırım eşe dosta
Annesi bebekten hasta
Amman doktor bak bebeğe

Kuru soğan yağsız aşım
Yırtık bağrım açık başım
Bir şey değil vatandaşım
Amman doktor bak bebeğe

Allah için bir merhem çal
Öldürür beni bu vebal
Param yok ceketimi al
Amman doktor bak bebeğe

Mahzunî Şerif çobandır
Meskenim dumanlı tandır
Bebektir amma insandır
Amman doktor bak bebeğe

Nenni nenni nenni bebek
Nenni nenni kimsesiz"

Son sözüm, bir mesajın dombalaçlandırılmış  aktarımı olsun: Belli önceliklerini yitirmemiş olan, "Bana dokunmayan bin yaşasın." anlayışıyla hayatını idame ettirmeyi şiar edinmiş bir toplumla özdeş olmayı seçmeyen, alacağı maaştan ya da döner sermayesinden, tutacağı nöbet sayısından başka sosyal endişeleri de olan tüm sağlık çalışanlarının Tıp Bayramı kutlu olsun.