İstanbul Üniversitesi yemek fiyatlarına fahiş zam yapmamış olsa bugün üniversiteleri hiç konuşmayacaktık.

İstanbul Üniversitesi yemek fiyatını 2.75 TL’den 3.50 TL’ye çıkardı. İndirimli yemek uygulamasını bir öğünle sınırlandırdı. Sabah kahvaltısını kaldırdı, ikinci yemek için de 18.50 TL fiyat belirledi…

Yemek fiyatı özel olan Kadir Has Üniversitesinde 13.75 TL, Sabahattin Zaim Üniversitesinde 10.50 TL olduğu düşünülürse İstanbul Üniversitesi’nin hangi kafayla bir öğün yemek fiyatını 18.50 TL’ye çıkardığını anlamak mümkün değil…

Zammın geri alınması için öğrencilerin coplanma pahasına yaptıkları gösteri…

“Yemek kartımda sadece 1 liram var” diyen İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Sibel Ünli’nin ölümü…

Üniversiteyi geri adım atmaya zorladı…

İstanbul’da esnaf lokantalarının birçoğunda 10 liraya, bilemedin 15 liraya karnını doyurabiliyorsun…

Lokanta, hem kira veriyor, hem vergisini ödüyor, üstüne de para kazanıyor.

Üniversite kira da vermiyor, vergi de ödemiyor ama esnaf lokantasından daha yüksek fiyata satmak istiyor.

Bizim zamanımızda İstanbul Üniversitesi’nde bir öğün yemek ücreti yaklaşık bir simit parası kadardı…

Gayet de güzel yemekler çıkardı…

Şimdi üniversiteler maalesef birçok kamu kurumu gibi ticarethane mantığıyla hareket ediyor…

Nereden daha çok para kazanabiliriz, hangi kalemden çok gelir elde edebiliriz derdindeler…

Üniversiteler eğitimi, araştırmayı unutmuş, kâr zarar hesabı yapar olmuş…

Türkiye’nin gelir durumu ortada…

Üniversiteye giden öğrencilerin büyük çoğunluğu şehir dışından gelmiş ve dar gelirli aile çocukları… Ailesinden uzak…

Barınma, ulaşım, kıyafet, kitap ihtiyaçları için mücadele ediyorlar…

Tek tesellileri üniversitenin yemekhanesinde rahat karnını doyurabilmek…

Onu da elinden almak isterseniz… Çaresizliğe itersiniz…

Gençlik çaresiz, gençlik umutsuz… Özellikle üniversitede okuyanlar iş ve gelecek derdi sebebiyle daha da karamsar…

Üniversiteler, gençlerimizin yediği iki kap yemeğe göz dikecek hale gelmişse…

Türkiye’nin asıl çözmesi gereken sorunu budur…

 *****

Stalin’in tavuğu

1917’de Sovyet devrimini yapan Lenin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren Stalin’in zalimliği ve bakış açısı bir diktatörün ülkeyi nasıl yönettiğini en bariz şekilde ortaya koyuyor.

Stalin, yakın çalışma arkadaşlarını toplar. Sohbet ederken, ellerini havaya kaldırarak herkesi susturur ve söze başlar:

“Saçını ihtilalde, halk içinde, devlet yönetiminde, bürokraside ağartmış dostlarım... Söyleyin bakalım, halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne yapmalı? Böyle güçlü bir idare tesis etmek için nasıl davranmak gerekir?”

Her kafadan bir ses çıkar. Kimisi adaletten, haktan, hukuktan söz eder.

Kimisi demokrasiden, insan haklarından bahseder. Kimisi sertlikten yana tavır alır.

Kimisi sürgünden, sehpadan, hapisten dem vurur.

Kitlesel baskı ve korku yaratmanın diktatörü Stalin, adamlarının açıklamalarının hiçbirini beğenmez. Bir kadeh daha votka yuvarlayıp, soğuk ve ürpertici bir sesle şöyle der:

“Yönetimi ele geçiren hükümdarın ya da o güçteki bir liderin Tanrıdan pek farkı yoktur. Halk onu öyle görür. Önce bunu bilin... Sonra, insanların karşınızda baş eğip durması için ne yapmanız gerektiğini bırakın da ben, şu beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım!”

Hakaret ağır olmasına rağmen herkes memnun memnun sırıtır. Stalin’den hakaret işitmek bile onlar için önemli bir iltifat gibidir.

Stalin, hizmetkârlardan birini çağırıp emreder:

“Çabuk bana bir tavuk getirin!”

Aceleyle bir tavuk kapıp getirir uşaklar...

Stalin, adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini canlı canlı yolmaya başlar.

Diktatör, bütün tüyleri yolunup cascavlak kalan tavuğu odanın ortasına salıverir:

“Şimdi izleyin bakalım nereye gidecek bu şaşkın tavuk?”

Zavallı tavuk içine düştüğü azaptan kaçıp kurtulayım diye aralık kapıdan dışarı kaçar, soğuktan tir tir titrer… Dönüp masaların altına girer, köşeli masa ayakları canını yakar, duvar diplerine koşar, tüysüz kanatları yara bere içinde kalır, şömineye yaklaşır, tüysüz derisi kavrulur...

Sonunda çaresiz, tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına sığınıp saklanır.

O zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp yolunmuş tavuğun önüne tane tane atar. Yemlenen tavuk bundan sonra, Stalin nereye yönelse peşinden koşar!

Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakan Stalin, alaycı bir gülüşle şöyle der:

“Gördünüz mü? Halk dediğiniz topluluk bir tavuk gibidir. Tüylerini yolup aldıktan sonra onu serbest bırak. O zaman yönetmek o kadar kolay olur ki...”

*****

TEBESSÜM

Çorap

Temel’in ayağında bir teki siyah bir teki beyaz çorabı gören arkadaşı sorar:

- Gözlerime inanamıyorum, bu nasıl çorap?

- İnanmayacaksın ama evde bunlardan bir çift daha var!

*****

GÜNÜN SÖZÜ

İyi, dürüst ve doğru olanlar kaybetmez; kaybedilir.

Peyami Safa