Bugün nostalji yaşayacağız. Çocukluğumuzda konu komşunun, bir araya geldiği sıra gezmelerinde gönül rahatlığı içinde yenilir, içilir, sabaha kadar hoşça vakit geçirilirdi.

Saz söz, eksik olmaz, yüzük oynanır, seyirlik oyunlar sergilenirdi.

Sıra gezmelerinin dışında evleri birbirine yakın olan, dost ve akrabaların, komşuların toplanması ile tel helvası çekilir, arabaşı yutulurdu.

Arabaşı hakkında kısa bilgi vereyim:

Önceleri av etleriyle, daha sonraları horoz etiyle yapılan arabaşı çorbası ve arabaşı hamuru soğuk geçen kış akşamlarında misafirle birlikte yutulmaktaydı. 

Hamuru, yalnızca un, su ve biraz da tuz eklenerek pişirilirdi. Maliyeti çok düşük olduğundan bir zamanların yoksul Anadolu'sunun yaratıcılığını temsil ederdi.  Yaygın olarak İç Anadolu’da, Sivas, Konya, Mersin, Eskişehir ve Kayseri'nin Türkmen ağırlıklı ilçelerinde, Karaman, Kütahya, Çankırı, Kırıkkale, Kırşehir, Yozgat'ta yapılırdı.

Arabaşı Çorbası, Türk mutfağından bir çorbaydı. Özelliği ekmek ile birlikte değil, beraberinde hamur yutularak içilmesiydi.  Sanıldığı gibi Araplarla ilgili bir yemek değildi.

Yemekten sonra sohbetin koyulaştığı sırada arada gelen bir ikram olduğu için "Ara-Aşı" sözcükleri zamanla değişip arabaşı olmuştu.

Birkaç cümle ile tel helva yapımını özetleyeyim:

Önce unu yağda krem rengi oluncaya kadar kavurarak sonra soğulup ince elekten geçirilen miyanesini hazırlamak gerekir. Bu leblebi unu da olabilir ki daha lezzet verir. Öte yanda sobanın üzerinde şeker, su, limon veya limon tuzu kullanılarak hazırlanan kesme kaynamaktadır. Bir kaşığı suya daldırıldığında erimeden donuyorsa, kıvamına gelmiş demektir. Yapışmaması için yağlanmış bir tepsiye kıvamına gelmiş şeker kesmesi dökülür. Bahçede kar üzerine bırakılır. Tepsinin altında kar erimişse yeri değiştirilir.  

Bunlar yapılırken, konuklar maniler atmakta, kısmetler çekilmekte, yüzük oyunları oynamaktadır.

Katılaşan şeker tepsiden kavlatılarak dürüm yapılır, halkalanır ve sabırla çevrile çevrile, miyanesi karıştırıla karıştırıla helva tel tel oluncaya kadar katlanmaya başlar.

Odanın ortasına genişçe serilen sofra bezinin ortasına kolay yenilmesi için hazırlanan hoşaf tasları konulur. Bezi dizlerine çeken konuklar bir lokma helva bir hoşaf derken sabrın ödülünü almış olurlar. Tabi orada bulunamayan komşuların payı da unutulmaz.

Anadolu’da yaşayan inanışlara göre, konuk kısmetiyle gelir. Ev sahibi, konuğun gelmesinden sıkılıp üzülmez. Çünkü konuğu eve gönderen Tanrı’nın iradesidir.

Konuk geldiği eve yük olmadığı gibi ferahlık getirir. Bununla ilgili bir atasözümüz var:

“Misafir on kısmetle gelir, birini yer dokuzu evde kalır.”

Gelenek ve göreneklerimizde yaşayan, konuklara öğüt olabilecek atasözlerimiz var. İşte birisi: “Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.” Kuşkusuz konuklar, gittikleri evin maddi gücünü düşünerek nasıl ağırlanacağını kestirebilir ama yine de ev sahibinin yapacağı ikramla yetinmeli.

Kimi atasözlerimiz de, konukseverliğin istismarını önlemek için söylenmiş.. Bir bölümü, gerçeği değil, mizahi unsurları yansıtması açısından güzel. İşte birisi: “Konuk konuğu sevmez, ev sahibi ikisini de sevmez.” Bir başkası “Misafir üç günlüktür” diye kural getirmiş.

Bunu konuğun üç gün sonra gitmesi gerektiği şeklinde değil de, üç gün sonra, ev sahibinin günlük işlerine başlayacağı, bu durumun hoş karşılanması gerektiği şeklinde yorumlamak gerekli.

Konukların davranışları ile ilgili bir atasözümüz de oldukça anlamlı: “Misafirin akılsızı ev sahibini ağırlar.” Evet. Konuk gidilen yerde, konuğa yakışır davranışlarda bulunulmalı.. Aşırı hareketler, dalkavukluğa varan saygı gösterileri ev sahibini rahatsız eder.

Konuk olduğumuz, konuk ağırladığımız günleri, tadına doyum olmayan söyleşileri, şakalaşmaları arıyor, özlüyorum.