İlk insanın var olduğu günlerden beri birlikte yaşayan insanlar arasında kimi zaman korkudan, kimi zaman çaresizlikten, kimi zaman da rastlantılardan doğan bir takım inanışlar olduğunu sanıyoruz. Bu tür inanışların tümünün bilimsellikle, akılla, çağdaşlıkla ilgisi olup olmadığını irdelemek anlamsız. Olan o ki, insanlar üzerinde pozitif ve negatif etkileri bulunuyor.

Yurdumuzun her yerinde olduğu gibi Tahtacıları yaşadığı bölgelerde de halk inançları varlıklarını sürdürüyor. Edremit yöresi Alevî Tahtacı Türkmenlerinin inancına göre, Hz. Ali’nin eşi Hz. Fatma’dan olan Hasan ve Hüseyin isimli çocukların dışında, Kâbe’ye bir nur gibi düşen bir kızı vardır. Bu kız “Sarı kız” veya “Sarı Sultan”dır. Sarı kızın makamı daha önceden sözünü ettiğimiz gibi Kaz Dağı. Kazdağı onun çini kutsal kabul ediliyor. Mevsimlik uygulamalar yapılıyor.  Buradaki “Alaca Değnek” ziyaretçilere yedi defa öptürülüyor.

Kurban bayramından sonra Tahtacı Alevîlerinin on iki günlük orucuna “Öğün durma” deniyor. “Lokma” çok yerde horoz kurban etmek anlamında kullanılıyor.  Buna “Cebrail Adağı” deniyor. İnanca göre Hz. Muhammed’e gelen Cebrail’de kanatlı olduğu için bu ismi almış. Muharrem’in on ikinci gününde Cebrail veya kurban kesiyorlar. İki Cebrail bir kurban yerine geçiyor. Horozun sesini semadan aldığına inanılıyor. Tahtacı’larda ikrar vermemiş olanlar kurban kesemiyor. 

Bütün Alevîlerde “ruhun bir bedenden başka bedene geçeceği” inancı var. “kalp değiştirme” olarak anılıyor. Ölenlerin bir gün dünyaya dönecekleri iyi ve kötü insan oluşlarına göre bu dönüşün şekilleneceği sanılır.

Eskiden Cuma günleri ağaç kesilmezmiş. Tahtacılar ağaç kesimine başlamadan önce “Allah’ım bu ağacı kesmek zorunda kalıyorum, ekmeğim ağaçtan, yaşamak için buna mecburum” diye Allah’a yalvarır. Kesim yapmadan önce ağaçtan özür diler, ardından ağaç kesimine başlarlarmış. Yine Tahtacıların yoğun yaşadıkları birçok bölgelerde ağaç kesilirken; “Allah’ım, ekmeğim için yaş kesiyorum, baş kesmiyorum” denir, genç ağaca balta vurulmazmış. 

Yağışın geleceği ayın çevresinin dumanlı gibi kararmasından anlaşılırmış. Ay doğarken salâvat getirilmekte.

Kurban bayramından önceki aya “Boş ay” deniyor.  Bu ayda tuz dökülmez. Dökülürse zarara uğranılacağına inanılır. Cuma günü ev süpürülmez, çamaşır yıkanmazmış. Gece ev süpürülmez, Arife günü iğne tutulmaz, cumartesi günleri ziyarete gidilmesi de hoş karşılanmazmış. Yine çok eskiden, öğleden sonra ağacın katranı ile tuz kimseye verilmezmiş. Hıdrellez günü horozlar ötmeden suya girilip yıkanılmasının sevap olduğuna inanılmış. O günün gecesi un leğene elenir. El değmeden leğen sini ile kapatılır. Sabah açıldığında unun üzerindeki şekil gelecek kısmet olarak yorumlanır. Kurban yerken çatal kaşık kullanılmaz. Komşuya ayran veya süt verilen tas geri alınırken ıslak alınır. Eşiğe basılmaz.

Yeni doğan kız çocuğunun kaşına çam isinden yorgan iğnesi ile sürme çekilir. Bekârı olan eve iple bağlı bir yük gelirse, ipin ucu yakılır. Hamur sıçrarsa, konuk gelecek demektir. Konuk evde iken ev süpürülmez, konuğa ikram yapıldıktan sonra dışarı çıkarken arka dönülmez. Sigara yandan tutuşursa yola gidilecek demektir.

Merdiven altından geçmek uğursuzluktur.

Perşembe akşamı tırnak kesilmez.

Yağmur duası için değirme yapılır.

Salı ve cuma günleri işbaşı yapılmaz.

Hıdrellez sabahı güneş doğmadan soğuk suyla banyo yapılırsa o sene hasta olunmaz.

Cadde ve sokakta bir kadın bir erkeğin önünü kesemez. Kadın nine olsa,erkek yeni yetme delikanlı olsa bile bu kural geçerlidir.

Misafirliğe varılan bir evde ateşe niyaz edilir. Sonra oturulur.

Akşamları hava karardığında çocukları "kaşık çalanlar geliyor" diye korkutarak eve girmeleri sağlanır.

Bulaşık yıkanan yere cin çarpar diye basılmaz.

Hava karardıktan sonra düğünlerde bayrak çekilmez. Cenaze defnedilmez.

YARIN: Nazar konusunu işleyeceğim