Bir zamanlar Sümmanî'nin bir türküsünün iki dizesi dilimden düşmezdi. "Ya bir çift kanat ver, ya kuş eyle; / Tez ulaşam yar bağında talan var.." Günümüzde halk müziğimizi geçim kaynağı, meslek edinenler de Sümmanî'yi bilmiyorlar. 

Sümmanî'nin Asıl adı Hüseyin. 1860 yılında, Erzurum'un Narman ilçesinin Samikale köyünde doğdu. Kasımoğulları derlerdi sülâlesine. Çobanlık ederdi babası. Hüseyin daha çocuk yaşlarda babasının peşinde çobanlık yapmaya başladı.

Gelenektendir. Her âşığın bir bâde içme öyküsü vardır.  Hüseyin de kendini aşkın engin ummanlarına ulaştıran bâdeyi,  yani doluyu çobanlık yaparken içmiş. Doğup büyüdüğü, gezip, çalıp söylediği atıştığı yerlerde türlü rivayetleri anlatılır. Biz bu öyküyü kendi şiirinden yola çıkarak aktaralım istiyoruz:
Hüseyin henüz on, on bir yaşlarındadır. Babası ile birlikte hayvanları alıp, Ablaktaşı'na doğru sürmüşler. Burası, hem iyi bir otlak yeri, hem de erenler yatağı, ziyaret yeriymiş. Yalnız Samikale'den değil,  çevre köylerden de  dara düşenler, hacet dileyenler, adağı olanlar buraya gelir, kurban keser, dualar ederlermiş.

Hüseyin'nin babası:

"Oğul" demiş. "Burası yatırlar yatağıdır. Şu taşları, dikenleri temizle ki sevaba giresin.  Gün gelir, emeğinin karşılığını görürsün. "
Babası sürüsünü başka bir yamaca doğru sürerken, Hüseyin de babasının yumuşunu tutmaya koyulmuş. Hayvanlar çevresinde otlaya dursunlar, epey bir temizlik yapmış. Bu arada öğlen sıcağı da bastırmış. Hüseyin, oracıkta başını bir keseğin üzerine koymuş da, çayırın üzerine uzanıvermiş. Çok geçmemiş ki, bir rüya görmeye başlamış. Neler mi görmüş?

Dinleyelim kendisinden:

"Uyandım gafletten oldum perişan 
Bir nur doğdu âlem oldu ürüşan
Selâm verdi bana hep dervişân
Lisânları bir hoş, sedâsı tek tek..
 Aldılar abdesti uyandım habdan 
Dediler aslınız hakü türâbdan
Okuttular üç harfi yeşil yapraktan
Okudum harfini noktasın tek tek.."

Şiire ara verip öyküyü özetleyecek olursak, Hüseyin rüyasında kırk güvercin ile üç derviş görmüş. Dervişlerin biri yaprak üzerinde üç harf yazmış bunu delikanlıya göstermiş ve okumasını istemiş..  Hüseyin'in okuma yazması yokmuş. Hemen orada yeterince öğretmişler. Bu kez okumuş ki, yaprak üzerinde G.P.İ harfleri yazılıymış.  Bu biraz sonra gösterecekleri güzelin baş orta ve son harfleriymiş. 

Sözün kısası, dervişler Hüseyin'e bâde vermişler: "Al iç!" demişler. Uzun sözün kısası dervişler bade içirip, Gülperi'yi gösterip, adını "Sümmanî" koymuşlar. 
Öykü doğrumudur, yanlış mıdır? Bunu araştırmanın kimseye yararı yoktur. Bu bir gelenektir. Her Âşık, kendi ile özdeşleşmiş bir dolu "bâde" içme öyküsü yaratmıştır ki artık bu öykü kendisi ve sevdiğinin adıyla dilden dile, telden tele anlatıla gelir. Sümmanî ile Gülperi'nin hikâyesi gibi. 

Sümmanî,  Gülperi'nin uğruna yollara düşmüş. Kırım'dan Kafkaslara kadar adım adım gezmiş. Gülperi'ye özlemini, gurbet duygularını öyle içten, öyle kendine özgü türkülerle anlatmış ki,  işte onun üslubuna, tavrına bir başka anlatımla ayağına, yine bir başka anlatımla makâmına ve en doğru deyimle ağzına, Türk Halk Müziği'nde "Sümmanî Ağzı" demişler. Ondan sonra gelen Erzurum ve Kars yörelerinin halk ozanlarının çoğunluğu, demelerini bu ağızla sürdüre gelmektedir.  
Genç yaşta kendini ihtiyarlar defterine lâyık gören Sümmanî, 1912 yılına doğru köyüne çekildi.  Artık şiirlerinde öğüt, yol gösterme ve birikimlerin ağırbaşlılığıyla bilgelik ve olgunluk vardı. Bundan sonra ki Sümmanî'yi bir halk filozofu olarak niteleyebiliriz. 

Bir şiirinde  "Çekme şu dünyanın endişesini /Demir eyle gönlün dört köşesini /Kemlik ile kırarsan gam şişesini / Dönüp ona derman olsan ne fayda?" derken kötülükle kırılan gönlün, bir şişe gibi geri yapışmayacağı,  gerçeğini dile getirmektedir.  Dünyanın düzenini ve gerçeğini kıssadan hisseler almamız için bize anlatır durur.