Bakar mısınız ülkenin gündemine. Hepsi, kendi dünyaları için "önemli" olan konular üzerine kamyon dolusu laflar ediyor siyasetçilerimiz. Meydanlarda, gazete köşelerinde, televizyonlarda birbirinin devamı ya da benzeri konular üzerine tartışmalar sürüp gidiyor. Bir anket yapıp ülkenin geleceğini tehdit eden "sıcak" sorunları alt alta sıralasanız, siyasetin gündemi kaçıncı sırayı alır sizce?

Siz kendi listenizi oluşturun ve "ülke büyükleri"nin gündemleriyle karşılaştırarak işe başlayın önce.

Aslında, geçtiğimiz hafta işaret fişeğini İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yakmıştı. Polislere hitap ettiği bir konuşmasında uyuşturucuyla mücadeleye değinmiş, zehir satıcıları için "Gerekirse bacaklarını kırın" talimatını vermişti. Bu sözler, büyük tepki çekti. Evet, hukuk devletlerinde "polis cezayı veren değil, suçluyu delilleriyle birlikte hukukun ellerine teslim edendir" ve kendisi de yasalara uymakla sorumludur. Hukukun dışında hiç kimse, infaz yetkisine sahip değildir. 

Peki siz, İçişleri Bakanı'nın bu sözünü eleştirenlerin hiç birinden, "uyuşturucuyla köklü çözüm önerisi" duydunuz mu? "Yargısız infaz"a haklı olarak karşı çıkanlardan "Gençlerimizi, dolayısıyla ülke geleceğini gözümüzün önünde bizden çalanlarla etkin ve köklü mücadelenin yöntemleri şunlardır. Bu adımların atılması birinci önceliğimiz olmalı, biz sonuna kadar destek vermeye hazırız" gibi bir açıklama duydunuz mu?

Mesleğim gereği satır aralarını didikleyen biri olarak ben duymadım...

Dolayısıyla, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yu eleştirenlerin hiç birisini alkışlayıp "Bravo, işte bu" demek gelmiyor içimden. Bakan Soylu, yönettiği kuvvetlerle birlikte torbacıdan baronuna kadar uyuşturucuyla ve tüm "cam kıranlarla" mücadele etme mecburiyetindedir. Polisi cesaretlendirici, motive edici sözlerin ötesinde adımlar atılması için siyaset mekanizmalarını harekete geçirmesi gereken kişidir. Ama tek başına değil...

Polisin de her gün terör, uyuşturucu, çeteleşme, dolandırıcılık dahil birçok başarılı operasyona imza attığını biliyorum. Ama tüm bunlar bataklığı kurutmaya yetmiyor.

Camı kıranı polis bulacak, ama kırılan camı onarmak da hepimizin görevi.

* * *

Ülkenin, ekonomik, jeopolitik ve siyasi sorunları var ve hepsi de acil çözüm bekliyor. Ama tüm bu sorunların çözümü, sağlıklı yaşayan, sağlıklı düşünen bir dinamik toplum yapısından da geçiyor aynı zamanda.
Türkiye, tam olarak "kırık camlar teorisi"nde anlatılanı yaşıyor. "Kırık camlar teorisi" ne mi? Anlatalım...

ABD'li suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969 yılında yaptığı deneyden esinlenerek elde edilmiş, teori olarak 1982 yılında iki sosyal bilimci tarafından makale olarak sunulmuştur. O günden itibaren büyük tartışmalara neden olmuştur.
Sosyologlar James Q. Wilson ve George L. Kelling'in, yayınladıkları "kırık camlar" makalesinden bir bölüm teoriyi daha iyi açıklamaktadır:

"Birkaç kırık penceresi olan bir bina düşünün. Camlar tamir edilmemişse o çevrede yaşayanlardan bazıları birkaç cam daha kırmaya meyillidir. Sonunda bina boş ise tüm camları kırılabilir, gecekonduysa belki de yangın dahi çıkarabilirler. Ya da bir kaldırım düşünün. Burada bazı çöpler birikir. Yakın zamanda bu çöpler daha fazla birikir. Sonunda buradaki restoranlar, hatta paket servis yapan insanlar bile çöpleri araba ile poşetler halinde getirerek buraya atarlar."

Teori, makaleden önce 1969 yılında test edilmiş ve sonuç tıpkı yukarıda tarif edilen gibi olmuştu.

* * *

Türkiye'nin sosyolojik binasının çok sayıda camı kırık. Ve her gün de bir cam daha kırılıyor, bir yer daha çöplük oluyor. "Madde bağımlılığı"yla kırılıyor ardı ardına camlar.

Uyuşturucu en çok paranın döndüğü sektör. Esiri olunan madde için önce para bulmak şart. Onlar için de, kolay yoldan kazancın peşinde koşanlar için de en kârlı sektör... 

Sosyolojik yapımızdaki en büyük kırık cam olan "madde bağımlılığı"nı onarmadan, diğer camların kırılmasını önlememiz neredeyse imkânsız.

Bunun için, devletin en tepesinden, sokaktaki vatandaşa kadar çok önemli görevler düşüyor. Hepimiz kendimizi "sorumlu" hissetmek ve çok cesur olmak zorundayız.

Nasıl olması gerektiğini, çektiği acılar yanında verdiği başarılı mücadeleyle bu konuda uzun yıllar deneyim kazanmış ve fikirlerine saygı duyduğum dostum Cengiz Akkaya şöyle anlatıyor: "Eğer uyuşturucuyla mücadele vurmayla-kırmayla, asmayla-kesmeyle halledilebilseydi İran ve Filipinler bu sorunun üstesinden gelmiş olurdu.

1 Kasım 2017 de Mecliste kurulan 'Uyuşturucuyla Mücadele Komisyonu' acilen sorunun gerçekliğiyle örtüşen kalıcı ve ulaşılabilir bir 'sistem inşası'nın temelini oluşturacak hedefle çalışmalarını yürütmelidir.

Üniversitelerin ilgili bölümlerinden, Amatem-Çematem yetkililerinden, emniyetin narkotik ve denetimli serbestlik birimlerinden, Barolardan, Tabip Odalarından, Adsız Narkotikler gibi bağımlı yakınları gruplarından, STK lardan, Valilik, Kaymakamlık, belediye ve kent konseylerinden mevcut duruma ilişkin analiz ve çözüm önerilerini kapsayan bir rapor istenmelidir. Böylelikle, toplumun tüm katmanlarının katılımıyla bir veri havuzu oluşturulmuş ve birlikte 'Toplumsal bir Politika' çalışmasına alt zemin hazırlanmış olur.

Yaşadığımız bu soruna, partiler üstü bir yaklaşım gösterilmesi hayati önem taşımaktadır."

Mutlaka kulak vermeli ve "kırık camlar"ı onarmak için hemen harekete geçmeliyiz...