Marmara'yı 17 Ağustos'ta vuran büyük acının ardından klişe olmuştu "Deprem değil bina öldürür" sözü. O günden sonra depreme dayanıklı binalar yapılması için bir takım katı kriterler getirilmiş, zemin etüdü gündemimize girmişti.

İstanbul'un tüm binalarına deprem testi yapılması ve güçlendirme ile kentsel dönüşüm o günlerden sonra gündeme gelmişti.

Ama pek fazla birşey değişmemiş ki; İzmir'de yine deprem değil bina öldürdü. Yıkılan 7 binada arama kurtarma çalışmaları devam ediyor aradan 3 günü aşkın zaman geçmesine rağmen. Enkaz altında bulunanların sağ kurtarılması mucizelere kaldı sayılır.

Gerçekleşiyor da bazen bu mucizeler ve hepimize yas evinde buruk bir sevinç yaşatıyor. Tıpkı, depremden 65 saat sonra enkaz altından çıkarılan 3 yaşındaki Elif gibi... Kendisini kurtaran itfaiyeci Muammer Çelik yanında, tüm Türkiye'yi sevinç gözyaşlarına boğdu Elif...

KİMSE KENARA ÇEKİLMESİN

İzmir depreminin şiddeti, İstanbul'da beklenenden çok daha hafifti. Ama tabutluk gibi binaları yerle bir etti.

Sadece müteahhit mi suçlu sizce? Müteahhitliği, eline 3-5 kuruş sermaye geçirenin kolaylıkla yapabileceği bir meslek olmaktan çıkarmayanların hiç mi suçu yok? Projeye uymayan, müteahhidin isteğine göre eksik ya da kaletesiz malzeme kullananların, buna göz yuman mühendislerin, yeterli denetimi yapmayan yerel yönetimin de elbette suçu var.

Bu kadar mı? Elbette değil.

Sahip olduğu araziyi, ehil olup olmadığına, referansına bakmaksızın daha fazla kâr tahhüt eden müteahhide teslim eden çok mu masum?

İzmir'de bir örneğini yaşadık.

Aynı müteahhidin yaptığı yanyana 2 binanın biri yıkıldı, diğeri sapasağlam ayakta duruyor. Yıkılan binanın zeminindeki taşıyıcı kolonlar, oradaki dükkanları cazip hale getirmek isteyenler tarafından kesilmiş çünkü. O kolanları kesenler, yaşanan ölümlerde pay sahibi değil mi? Hem de direk...

İLK DEFA YAPILMIYOR

Bu "kolon kesme" sabotajı ilk defa yapılmıyor. Marmara'yı vuran 1999 depreminde benzer bir manzarayı Avcılar'da yaşamıştık. Aynı tarihlerde yapılmış yanyana binalardan bazıları yerle bir olurken, diğerleri hasarla kurtulmuştu o şiddetli sarsıntıdan.

E-5'e cephe binaların altında bulunan galeriler, sattıkları araçları daha rahat sergileyebilmek için o binanın taşıyıcı kolonlarından bazılarını kesmiş, alan genişletmişti çünkü.

Peki, Marmara depreminde hasar gören binalarda güçlendirme yapmak yerine, sıva çatlaklarını kapatıp, dış cephesini güzelleştirip daha sonra satan, kiraya verenlere ne demeli?

Tespit ettikleri hasarlı binalar için yıkım kararında diretmeyen, merkezi yönetimi bu konuda harekete geçirecek baskıyı oluşturmayan belediye yetkilileri çok mu masum?

Hayır, elbette değil...

İŞİN SİYASİ CEPHESİ

Bir de işin siyasi cephesi var. Neticede, bir yerde tuğla üzerine tuğla koymaya kaltığınızda oranın yerel yönetiminden izin almanız gerekiyor. İzin için de önce zemin etüdü yaptırmanız, ardından o bölgenin genel imar durumuna göre projenizi hazırlayıp sunmanız gerekiyor.

Projeye sadık kalacak şekilde inşaatı yapmak sizin sorumluluğunuz. Projeye sadık kalınıp kalınmadığını denetlemek de yerel yönetimin ilgili birimlerinin.

Peki, bu sistem sağlıklı olarak uygulanıyor mu?

Hayır... Eğer uygulansaydı, İstanbul'da bina stoğunun büyük bölümü "kaçak" ya da "proje dışı eklenti" yapıldığı için imar barışına başvurur muydu?

Bir de işin "dönüşüm" cephesi var. Kentsel dönüşüm işi de ayrı bir acı gerçek. Artistin bile inşaat şirketi kurup "teşvik"ten pay kaptığı bir yer olan Fikirtepe en bilinen örneği. Evlerini terk edenler, depremde yıkılabilecek başka konutlarda kiracı şimdi. Ama birileri keselerini doldurdu bile.

İlçelerde yapılacak kentsel dönüşümde belediye tarafından hazırlanan imar planlarını sırf "rakip parti"den diye reddeden meclis üyelerinden tutun da, ilçede kabul edilen planları yine "siyasi rakiplik"le değerlendirip gündeme almayan ya da onaylamayan İBB Meclis üyelerine ne demeli?

Kısaca, suç depremde değil, hepimizde. İnşaat işinin bir yerinde yetkisi, sorumluluğu olup da bugün sahip olduğu servetin kaynağını izah edemeyecek olanlar en başta geliyor tabii...