İnsan hayatı için vazgeçilmez bir unsur olan suyun, folklorumuz içindeki yerinin de vazgeçilmez olduğu bir gerçektir.

Su kimi zaman hayat verir, kimi zaman hayat alır.

Bazen dere olur çağıl çağıl, bazen nehir olur harıl harıl. Kaynak olur pırıl pırıl, yağmur olur çisil çisil, çeşme pınar olur şırıl şırıl. Derya olur sanki kaplar arşı, kimi zaman olur sevgilinin gözyaşı... Kimi zaman sel olur söker kayayı taşı.  Hâsılı su bizim bir parçamızdır. Toprak gibi, hava gibi hayat kaynağımız.

En eski Türklerin ne düşündüklerini bilmiyoruz. Fakat sonradan, Orta Asya'dan toplanan bütün yaratılış destanlarına göre, yeryüzü başlangıçta, büyük bir okyanus ile kaplıydı. Bir Altay efsanesi, bunun için şöyle diyordu:

Yerin yer olduğunda, sular yeri sarardı,

Ne gök, ne ay, ne güneş, ne de bir dünya vardı.

Tanrı uçar dururdu, insanoğluysa tekti,

O'da uçar, uçardı, sanki Tanrıyla eşti.

Uçar, hep uçarlardı, yer yoktu konmazlardı,

Tanrı idiler çünkü, ondan yorulmazlardı.

Yoktu Tanrının hiçbir, başında düşüncesi,

İnsanoğlunun ise, durmadı hiç hilesi.

Altay Türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları "Bay-Ülgen" , yaratıcı bir Tanrı'ydı. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, "Bay-Ülgen" in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Bu durumu, başka bir Altay yaratılış efsanesi, daha güzel anlatıyordu:

Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer,

Uçsuz bucaksız, sonsuz, sular içindeydi her yer.

Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak,

Uçuyor, arıyordu, bir katı yer, bir bucak.

Kutsal bir ilham ile nasılsa gönlü doldu,

Kayıptan gelen bir ses, ona bir çare buldu.

Orta Asya'dan toplanan bütün yaratılış ve türeyiş destanlarına göre, okyanusun üzeri ruhlar âlemiyle doluydu. Tıpkı tasavvuftaki "Vücud-u mutlak" gibi. Bu hal sonraları Bektaşi nefeslerine kadar yansımıştı:

"Arif sundu, aldı Cihanı biçti,

Cebrail çok vakit deryada uçtu

Hak bir avuç toprak deryaya saçtı,

Derya süzülüp de yer olmadı mı?

Tasavvuf edebiyatında "vahdet" devamlı bir okyanusa benzetilmiş.

Birçok kaplıcanın meydana gelişi de yakınlarında bulunan yatırlara bağlanmış.  Zemzem Suyu'nun kaynamasıyla ilgili inanışa benzeyen pek çok efsane Anadolu'da anlatılır. Bazısında susayan çobanın koyunlardan birisinin memesini sağarken damlayan sütün düştüğü yerde bir kaynak oluşur. Bazen da çobanın sürüsü susuzluktan helak olacağı anda, değneğini vurmuş, yerden su fışkırır, dereleri oluşturur. Nice sürüleri kurtarır.

Haymana'da Çimcime adındaki küçücük bir kızı analığı çok horlarmış. Sonunda babası Cimcime'yi alarak ıssız bir yabana bırakmış. Kızın vücudu güneş altında kavrulmuş, yaralarla kaplanmış. Çaresizlikten su bulma umudu ile yeri kazmayı denemiş. O zaman topraktan bu şifalı su fışkırmış, onunla yıkanan kız da dertlerden kurtulmuş. Cimcime Sultan yatırı ve suyu  bu bölgede bulunuyor. 

Kütahya mağaralarının birinde Koca Nine yaşarmış.

Koca ninenin bir sarı kızı, sarı kızın bir sarı ineği varmış. Sarı ineğin bir memesinden süt, bir memesinden bal akarmış. Sarı kız öyle bir dünya güzeliymiş ki kimse ne bakmaya kıyabilir ne de dayanabilmiş. Bir gün aşağıdaki mağarada bulunan sarı ineğin yanına inmiş. Yine balını emip, sütünü içecekmiş. Derinden derine gelen bir ses duymuş:

- Sarı kız, Sarı kız! Geliyorum, ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı?

Sarı Kız, mağaranın derinliklerinden gelen bu sesten korkmuş, koşarak gidip Koca Nine'nin kucağına kendini atmış. Ağlamış, işittiğini anlatmış. Ana kız baş başa verip düşünmüşler.

"İn içinden gelen ses, in sesi mi, cin sesi mi? Yoksa dağ anasının veya bir kara sevdalının sesi mi? Herhalde tekin değil bu" demişler. Akşam olmuş. Sarı kız yerinde duramıyormuş. Sanki görünmez bir el kendisini çekiyormuş. İstemeye istemeye yine ineğin yanına itmiş. İşte gene o ses:

- Sarı Kız. Sarı Kız, Geliyorum... Harlıyarak mı geleyim, gürleyerek mi? Ne olmuş. Nasıl olmuş da kız kendini kaybetmiş.

- Harlayarak gel, harlayarak, demiş.

Sen misin diyen? Birden kayalar çatırdamış. Her yerden alev alev yanan sular harlayarak, gürleyerek sarmışlar sarı kızı .. Sarı kız saçlarının rengini ve kalbinin ateşini sulara vermiş ve sır olmuş İşte Kütahya'da ılıcasının rengi bunun için sarı, bunun için sıcakmış.